Ahi Naci İşsever (KÖŞE YAZISI)

Cenevre
İzzettin KÖMÜRCÜ İzzettin KÖMÜRCÜ
Yayın: Güncelleme:

...

İki üç haftadanberi Cenevre’deyim. Bizim kuşak –bilirsiniz- “Bağdat’tayım” derken süslenme gereği duymadan, ilgiyi ayrıntıyı milimalize edip, arz-sız talep-siz söze başlar da, “Cenevre’deyim  Londra’dayım derken, daha kırıtkan ve endamına özen verip, süslenerek konuşur.

Daha derine inersek hani, bazılarımız da:

“Avrupa görmüşlüğün beyânını”, sanki çok doğalmış gibi göstermek için, hani nerdeyse “Cenevre’deydim” derken, “Pamukova’ya uğradım” der gibi alışılmış bir sıradanlık sergileriz. Aklımız sıra “ne varmış bunda ” çağırımını, bizi dinleyenden önce yükleniriz.

Cenevre ‘deyim dedim ya? Eni konu –hakkaten ordaydım ve hâlen de oradayım. Ne işin vardı? diye soracaksanız, öyle uluslararası çözülmez bir sorun için “bilmem ne” konferansına filan” geldiğimi de sanmayın. Benim uluslar arasında ya da kenarında ne işim olabilir ki?

Bilirsiniz, bizim kuşak “seyahatnâmeler” okuyarak, dış dünyayla ilgisinin tutkalını ıslatırdı. Şimdi onun da modası battal oldu. Demem ve diyeceğim o ki ,telaş edip de:

“Eyvah gene seyâhat ve yolculuk anlatacak biri sanarak beni,” paniğe kapılmayın. Neme lazım? Elin Cenevre’sinden bana ne, size ne? Demek istiyorum ki, hani kim vurduya getirip Cenevre anlatmaya kalksam da, yalan olur. Çünkü ben Cenevre’ye yapışık bir köyde, bizim çocuğun yanına, “ö-le bir uğramış misâfirim. Şehrin uğultusu ara sıra ba’ya duyuluyor olsa bile...

Köy Fransızca konuştuğu için, ben burada “ahraz” sayılırım. Gün geçtikçe de samıtlaştım. Köğün çarşısına bir iki kez çıktığımda, sanki bir matahmış gibi, “Almanca konuştum da, hiç kimse dıngına takmadı . Hatta bakkal bir ara kabalaştı da! “Burası Fransa” dediğinden emin olduğum fodullaşmasında da,  tereddüdü yoktu. Pervâsızdı. Denemek  için tutup bir de “Türkçe”  konuşmaya kalksam, sopa mopa yerim belki diye muziplik etmedim.

Hergün “köyün fırınından” ekmek alıyorum. Ev yakın. Fransız endâzesi ekmeğe biçim verirken oldukça zarif ve incelmiş tercihler içinde. İnce uzun ve herbirinin sinip sindirilmiş geleneksel tadı tuzu olan ekmeklere diyecek yok. Bendenizin kırk yıl kadar “Alman ekmeği” yemiş ve tanımış biri olarak hemen kıyâs-a kalkıp da ,“durduk yerde, “Almanya’da ekmek kültürü ile, Fransa’yı karşılaştırarak çokbilmişlik etmeye niyetim yok. Hissettiğim o ki Fransızlar, rızıklarını yerken daha bir incelme, zerâfet ve hazım öncesi birikim içindeler. Ekmekleri de kendileri gibi.

Neden ikidebir Fransa’nın adı geçer oldu? Çocuklar izah ettiler ki, bu Cenevre denilen beldenin yarısı İsviçre’nin gerisi de Fransa’nınmış. Türk bakkalına giderken geçtiğimiz bir kerteyi işaret ederek  : “buradan sonra İsviçre!” diye  evsahipliği yaptılar. Aklımda muzur düğümler oluştu. Haaa! öyle mi dedim. Dedim demeği dediğime bakmayın, esas demek istediklerimi ümüğüme dizdim ve sustum.

Anladığım kadarıyla, “bu Batı kültüründe” - bizim ekmeği pay etmekte gösterdiğimiz özveriyi- adamlar toprak pay ederken de kullanıyor. Berlin gibi Kudüs gibi ikiye şaklanarak duvarla tanzim edilen şehir ve sınırlar çok düşündürücü. İçinden çıkılmaz sorunları yeni gelen kuşaklara devrederek genlerimizi eğitiyoruz. Onlar ekmek kavgasını öne alırken, bizi sürekli olarak “toprak kavgasına” sürüklüyorlar. Onlar ekmeği sindirirken biz toprağa gömülüyoruz.

Bizim köyden-Fransa’da- baktığınızda, tam karşıda o meşhur “Mont Blank” tepesi var. Avrupa’nın çatısı orasıymış. En yüksek tepe. Özenerek baktım. Karla kaplı. Eteğinde serili dağların adını deyiverdiler de iyice belleyemedim. Kulak asmadım daha doğrusu. Satın alacak halim de yok ya.

Nedenini bulamadım ama dikkatimi çekti. Adını iyice belleyemedim bizim köyde, eşyanın deseni daha cılız, daha çıtkırıldım göründü bana. Acaba dedim: “İnsanların sinirsel yapılarındaki letâfet, kullandıkları eşyaya da yansımış olmuş olabilir mi? Sonra da caydım “bu yorumu” masatlayıp konu edinmekten. Sözü o Mont Blank denilen tepenin kapsam alanındaki belde insanında da “izdüşümü var galiba-ya” getirecektim de vazgeçtim. Nufus memuru da olmadığıma göre, beldeden de dağından da elçektim. Ne hayırları varsa görsünler.  Ayrıca ekleyeyim ki buranın insanları benim gibi insanlara size anlattığım “o dağ kadar” ne yüksekten bakıyorlar ne de o kadar soğuk da değiller. En iyisi mi herkes kendi dağına baksın. Kavgaya ne gerek var. Eğri oturup doğru konuşalım:

Biz bizim Ağrı’nın içinden çıkamadık daha. Karaya vuran Nuh’un gemisini bul çok biliyorsan hadi. Mezopotamya’da kuru bastonu diksen, onu yeşerten toprağın bereketi uygarlığın da mayası olmuş ya? Anladım ki bu raslantı değildir. İstediği kadar kırıtsın karşıdaki dağ (Mont Blank) de ki, “dünkü çocuk. Yoz yozalak destansız efsanesiz dağ mı olur?

Tufandan sağ kalmış “insanlığımızı” mayalamış, kavgalarımızın iksirini emmiş toprakları anmada dur hadi! O toprağı “tahlil ettirip” hangi cins sebzenin daha bereketli olacağına getir sırayı . GAP projemizin Nuh’un tufanında hebâ olan suya, gem vurduğundan söz et. Hani, ikisi deve hurcunda zor taşınan Diyarbakır karpuzlarını da anasım var da, şu bereketsiz endamıyla somurtup süslediğini sanan Mont Blank-a karşı , “ bizim dağ sizin dağ” diye maraza çıkarmanın sırası değil. Bari kırk yılda bir, İsviçre anlatırken de, balıkçı kavgasına dönmesin iş. O nedenle vazgeçiyorum.  Haber verdiğim gibi, karşımda –tadı tuzu beni ilgilendirmez- buzu buzulu ile “o dağ” kırıtıyor.

Beni pazara götürdüler. Tesadüf durduğum köyün pazarı da “Pazar” günü. Bizim çocuklar tutturdu gidelim diye. Hani onlar yokken de alışverişe çıkarsam varsayımı. Yol yordam öğrenirmişim. Böcül böcül herşeye baktım. Desen aynı desen. Tezgahlar terâziler etiketler bizimkiler gibi. Hemen farkedilen o ki, “bağıran çağıran” yok. Bütün satıcılar mülâyim. Bizdeki gibi terâziler var. Dirhemi kefesinde terâzi görmedim. Sebze tezgahları tipik bir “ortak pazar” mozaiği. Hiçbirisi de İsviçre bahçelerinde yetişmiş ürünler değil. Bir tanıdığa raslamış gibi, “bizim gabran, katmerli ve şişman lahanayı" görünce garipsedim. Nerdeyse “nasılsın Ortak Pazarla aran nasıl?” diye soracasım geldi. Sordurdum hemen. Tezgahtaki genç çocuk da bana sordu: “Türk müsün Abi?” Ben de evet demeden:

“Nerelisin sen?” dedim.  “Ben buralarda doğdum Fransız-ım, babamlar Diyarbakırlıymış” dedi. Frans’da doğup büyüdüğü, hiç de belli olmuyor. Konuştuğu Türkçe, akide şekeri gibi sağlam dişlerde eriyor. “Sen yeni mi geldin bu köye?” diye soruyor. “Ben her hafta buradayım gel uğra bana” diyor. “Alışveriş önemli değil” diyor. Haftaya Babam da olacak sohbet edersiniz diyor. Baktım, bakakaldım. Ömer Seyfettin’in “Eskiçi” hikâyesini anımsadım.

Hemen yanındaki tezgahta bir hamfendi reçel satıyor dediler. Gittik dikildik. Seksen doksan kavanoz var. Birini elime aldım evirdim çevirdim, bunlar “reçel” değil “marmelât “ dedim. “Ne farkeder “ demezler mi? Kavga çıkmasın diye “farketmez” dedim ama, o kültür dedikleri seyyahın yol sancıları depreşti. Anam “gül reçeli” yapmadan önce bir ibâdet disipliniyle önce niyet ederdi. Saçak altındaki yediveren gülleri son günlerde kendilerine dökülen suyun özentisinden, “artık reçelleşeceklerini anlar, kendi aralarında kendilerini “reçele lâyık beğendirme yarışına” girerlerdi. Belli ki helak olmadan önce evin bir köşesinde kavanoz içinde de olsa anneme vefa borçlarını öderlerdi.

O Annem ki sıra gül suyuna geldiğinde, “yarın cennette yüz yüze bakışıp koklaşmaya yüzümüz olsun diye düşünürdü. O nedenle de - başkaları gibi- “güzelim gülleri” koca kazana doldurup altını da ateşleyemezdi. Ters kapanmış kazan kapağında imbiklenen

gülsuyunu” gönülsüz  ambarlardı. Gülü haşlamaz, suyunu başkalarından alır Ramazanı beklerdi. Demem o ki, İsviçre’de de “ne bizim gül reçeli ne de meleklerin desen çizen eli” yoktu. Pazarda gördüğüm diğer ayrıntıları anlatmaktan caydım. Neme lazım? Hepsini yazsam Ortak Pazar “uyuz” olur. Zaten biliyorum, yarın mezara girdiğimizde o çok konuşulan “sual meleklerinin” soru listesi değişecek sanırım. Onlar artık “in misin cin misin?” demeden önce, yeni bir soruyla karşılayacaklar bizi. O soru ki:

“Söyle fâni ortak Pazarla ortaklığın oldu mu?”

De diyebilirsen hadi:

“İsviçre’de köy pazarında hiç alışveriş yapmadım valla!” diye.

Bildiğiniz gibi Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’ni anıp anımsamadan “”İsviçre’de seyâhat yazısı yazmaya yeltenmek haddimizi zorlar. O kendi makbul duasının icâbı olarak gezmiş tozmuş. İyi ki İsviçre’ye düşmemiş yolu. Kendi kendime sordum: “Sen hangi bedduanın icâbı  nedeniyle düştün buralara!” diye. Eskiden bizde bir âdet vardı. Ahmet Hasim Frankfurt Seyahatnamesi’ni yazdıysa yazmış. O kim sen kim? Atatürk de bir ara Almanya’da, ama o yazmamış. Sadece izlemiş. Yeknesak tren yolculuğunda da veliahta nasihatlarda bulunmuş. Bunlara –Almanlar’a- dikkat edin başımızı belâya sokabilirler” de demiş. Daha ne desin? Benim anladığım, - deha- Avrupa’ya “yarsımamış.

Beni yanlış anlamayın lütfen. Benim de İsviçre’de yarsıyacak bir detay görmeyip yarsımamam, “Atatürk’ten” esinlinir” demek istediğim sanılmasın. Deha kim derya nice derindir bilenlerdenim. Dahası benim sattığım,  İsviçre’nin sırtını bir dağ yamacına yaslamış sâkin bir köyü.

Üç haftam geçti. Durduğum köyde evin önünden dört kişi geçmedi. Metrekareye kaç kişi düşer diye hesap edin demek istemiyorum da, gözüm aylak adam arıyor. Dün komşu bahçesindeki cevizi çırptı. Çırptı çırpmayı da, bu işten anlamıyor. Homur homur homurdandı da! Ceviz sırığı kısacık olursa elbette kullananın dili uzar. Bana “ne yapsam ki?” diye sormadığından hiç alınmadım. Sorsaydı  “ceviz nasıl çırpılır diye”, Bürüksel’e sor derdim. “Siz de nasıl olur bu iş?” diye sorsaydı da söylemezdim zâten. Niye söyleyeyim, “bizde ceviz, duası şerbetli emmilerimizin aminleriy” kendiliğinden dökülür deyip geçerdim. O duanın patenti tescil edilene kadar, siz de çenenizi tutun. Yanlış okuyanın başına -ceviz büyüklüğünde taş da- yağabilir denir de…

Bu üç nokta ile araya üç hafata girdiğini bilin demek istemiş oluyorum. “İşimiz muhabbet” denir Ya? Biliyorsunuz burada “işimiz İsviçre.” Her zaman “bu İsviçre’de olabilme olanağım” olmadığı için anlatıma devam etmek istiyorum. Bilirsiniz bizim nesil İsviçre deyince, para, banka, emin emanet kasaları, anlarız. Bir de ma’lum “saat ve saatçilik” akla gelir. Benim bu saydıklarımı izleyip tetkik etme olanağım olmadı. Köyde her saat başında “tınlayan” kilisenin saatine de İsviçreye gelip de saat görmemiş olmamak için baktım. Burada zamanla insanın ilgisini, neden bura insanlarının zamanın dilimlenmesine bu denli emek verdiklerini düşündüm. Burada zaman bol olduğu için, saat de bol demek mugalata olur. Öyleyse nedir saat ve saatlerle bu ülkenin ilgisi? Keşfim o ki bura insanı saatten ve sat yapımından önce, “insanların saatsiz yaşayamayacaklarını” hepimizden önce hissetmişler. Ondan sonra da saat yapmaya koyulmuşlar. Para ve altının “emanet deposu olarak” gerekliliğini de herkesten önce hissedip gereken mobilyasına –kasalara- emek vermişler. Gidip görmeye imkanım yok. Gitsem de göstermezler zaten. O kasaları üç anahtarlı ve üç ayrı kişide taşınan para ve altın rafları dönüp dolaşıp gene “insana” kitleniyorsa, kasayı soyacağı varsayılan da gene insansa, buranın bankaları insanı ikiye ayırmış olsa gerekir.


#

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.