Miskin Taraklı, Mesken Taraklı (30)

Mustafa Özbilge'nin yeni köşe yazısı yayında.
Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge
Yayın: Güncelleme:

Kelimelerle oyun mu oynuyorum otuzuncu kez? Bir kelime oyununu başlatan ipucu mudur bu başlık? Öyleyse ciddi işlerle meşgul, ciddi adamlar, hasbelkader bu yazıyla karşı karşıya kalmışsa hemen yazıyı bıraksınlar. Çünkü yüzünü miskinler tekkesine dönmüş bu oyuna, onların harcayacakları pek vakitleri yok. Haybeden kovaladıkları kazançlarından olacaklar.

Oyuna dönersek birbirini kaybetmiş akrabaları bir araya topluyoruz. Dede, nine, anne, baba, amca, hala, dayı, teyze ve torunlar… Hepsi bir tarafa dağılmış kelimeleri topladığımızda, akrabalık zinciri tamamlanmış olacak.

Pazartesi günleri, dedem Göynük’e giderdi. Hem alışveriş yapar hem de arkadaşlarıyla görüşürdü. Çocukken bir defasında beraber gitmiştik. Sabah namazı sonrası merhum Odabaşı Saim amcanın bakkalında siftahı yaptık ve Arap Hasan ağabeyin hacımuradıyla Göynük’e doğru yola çıktık.

O zamanlar Göynük’ün belli başlı güçlü esnaflarını; dükkânlarını pazartesiden pazartesiye açan bizim Taraklılılar temsil ederdi. Eski yol; dar ve uçurumlu olduğundan iki araba yan yana geçerken ürküntü verirdi. Sabah Taraklı esnafının kamyon, minibüs ve taksileri erkenden sert virajlı yollara düşmüşlerdi.

Nihayet Göynük’e vardık. Akşemsettin’i ziyaretten önce Debbağ/Tabak Dede ve Bıçakçı Emir Dede’yi de ziyaret etmiştik. Halkın Bıçakçı Dede diye andığı zat, Ömer Dede Sikkînî’dir. Hacı Bayrâm-ı Velî’nin halifesi olan Ömer Dede’ye “bıçakçı” denmesi, o mesleği icra etmesinden dolayı mıdır, yoksa Hacı Bayram-ı Velî’nin bıçağının altına boynunu koymasından mıdır bilmiyorum.

Fakat yukarıda bahsettiğimiz oyunumuza dönersek Misalli Sözlük bize sikkîn kelimesinin bıçak manasına geldiğini söylüyor. “Yerinde duran” anlamındaki sâkin kelimesiyle bıçak/sikkîn aynı kökten geliyor, yani akrabalar. Sâkin kelimesiyle sikkîn/bıçak arasında ne alaka var demeyin! Gerek Kâmusu’l Muhît gerekse İsfahanî ilişkiyi şöyle açıklıyor. “Kesilenin hareketini sona erdirdiği için” kelimeye bıçak/sikkîn denilmiştir. Gördünüz, iki akrabayı, sikkîn (bıçak) ve sâkin kelimelerini, kendi yaşanmışlığımla bir araya getirdim.

Yûnus Emre, beş parmağını birden yemeğe daldıran açgözlülere, bu beş parmağın birini kesip miskine vermesini tavsiye ediyor.

Nefse uyup biş parmağın bir kezden iltme ağzuna
Kes birisin vir miskîne gerek olur unutmagıl

Buradaki miskin, dilenci değildir. Resulullah: “Bir iki lokma veya hurma dilenmek için kapı kapı dolaşana miskin denmez buyurdu. O halde miskin kimdir ya Resulallah! sorusuna şu cevabı verdi: Zaruri ihtiyacını sağlayamayan, hayâsından kimseden bir şey istemeyen ve ne halde bulunduğu sezinlenmediği için sadaka dahi verilemeyen kimsedir.”

Kuşeyrî der ki: “Hayâ ettiği için kimseden bir şey istemeyen” demek, Hakk Teâlâ’dan utandığı için halktan bir şey istemeyen demektir. Yoksa halktan utandığı için demek değildir. Yûnus Emre’nin mısraıyla bu hadis-i şerif ve Kuşeyrî’nin açıklamasını beraber düşünürsek neden Taraklı’ya miskin dediğimi bir anlamda açıklamış olacağım.

Hayâ: “utanmak, sıkılmak, edeptir; Allah’ın sevgisini kaybetmekten doğan korku ile kötülüklerden kaçınma hâli.” Taraklı insanının utanma, sıkılma hâlini, taşralılıktan gelen bir çekinceyle değil, (Taraklı; görgü, kültür, yerleşik hayat açısından birçok şehirden daha şehirdir) daha somut bir resimle açıklayabilirim. Taraklı’nın en zenginlerinin oturduğu evler, sıradan bir Taraklılı’nın oturduğu evden farklı değildir. Burada insanlar, komşularından daha büyük ev yapmaktan utanmışlar, onlardan daha zengin görünmekten de hayâ etmişlerdir. Zenginlerin sokağı, zenginlerin mahallesi olmadığı gibi zenginlerin kendilerine has buluşma yerleri de yoktur. Zenginimizle fakirimiz aynı sofrada keşkeğe kaşık çalar, kahvehanelerde beraber çay içip sohbet ederler.

Taraklı’ya dışardan gelmiş, burayı tanımayan herhangi bir yabancı, mahalleleri dolaşsa zenginlerin evleriyle zengin olmayanların evlerini kesinlikle ayırt edemez. Fakat son dönemde, Taraklı’ya dışardan gelip yer alan kimseler, ilçenin her yerinden görülebilen binalar diktiler. Yusufbey Mahallesi’nde, tarihi çınardan daha ihtişamlı bir malikânenin yapıldığını ve buna müsaade edildiğini gözlerimizle gördük. Bunu tecrübe etmek isteyen ister Hisar’dan, isterse Hıdırlık’tan doğru bir baksın mezarlığa. Bakalım ne görecek?

İşte bugün Taraklılılar, bu anlattıklarım üzerinden hâlâ miskin olmadıklarını söylüyorlarsa bu onların tercihi. Oysa kendilerinden evvel burada yaşayanlar, teskin olacakları meskenlerini edeple utanıp sıkılarak inşa etmişler. Komşunun evi, komşuyu taciz etmemiş, balkonu, penceresi, bahçesi de öyle… Birbirlerine tepeden bakmamış bu evler.

Yunus’un şiirine dönersek beş parmağınla yemeğe saldırıp beş parmağını ağzına götürene şair, kes o parmağın birini diyor. Sikkîn (bıçak) kelimesini hatırlayalım. Kes o parmaklardan birini, ver miskine. Miskin, ondan bir şey istemiyor. Ama Allah paylaşılmasını istiyor, kibir ve gururu sevmiyor. İnsana korku veren bıçak (sikkîn) ve kesmek kelimeleri, yufka yürekli Yûnus’un dilinde, korkuyu değil; adaleti, hakkaniyeti hissettiriyor.

Sâkin Taraklı desem kimse rahatsız olmaz, hatta tanınmış bir marka olarak 2011’den beri Cittaslow diye anılmak ona sınıf atlatan bir övgü vesilesiydi. Bütün fuarlarda bu etiketle tanınmak bir müddet kullanışlıydı. Her şeyin bir bedeli var. Batılıların bu sıfatı bilâbedel hediye ettiklerini sanmak ancak bize yakışır bir safdilliktir. Gerçi slow kelimesi sâkin değil, yavaş olarak çevrilse belki daha doğru olurdu, sâkin burada bize kalsın.

Taraklı’yı sâkin şehir statüsünden ister çıkarsınlar ister çıkarmasınlar, önemli değil. Kendi pisliğini temizlemek için illaki bir panzehir üretir batılılar. Önce çevreyi kirletip sonra Paris İklim Antlaşmasını imzalayın derler. Özgürlükten en çok bahsedenlerin, insan haklarından dem vuranların, küresel kölelik sistemini dört başı mamur tesis edenler olduğunu biliyoruz. Kapitalizmin kentinden yorulanlar, Cittaslow’da dinlenebilirler. Karagöl Yaylası, İstanbul’un arka bahçesi sanki. Kendi çalıp kendi oynamaz kapitalist, bizi de dâhil eder bu kirli oyunlarına.

Miskin Taraklı dediğimde insanlar bundan fazlasıyla rahatsız olabilir. Ne münasebet; tembel, uyuşuk, mıymıntı, aciz, pısırık, fakir mi bizim Taraklımız? Tabii ki hayır. Öyleyse bu başlıkla Taraklı’da bir hareket yok mu demek istiyorum? Bu mümkün değil, fizik kurallarına da aykırı. Dünya, Güneş’in etrafında 107 bin km ile dönüyorsa kim durduğumuzu söyleyebilir.

Miskin kelimesinin birçok anlamı var. Taraklı’yı miskinlikle tavsif ederken sözlükteki şu tanımı doğrudan kastediyorum. “Allah karşısında aczini, yokluğunu bilen gönül eri, gerçek zenginin Allah olduğunu ve kendisinin O’na karşı mutlak ihtiyaç içinde bulunduğunu bilen derviş, kul.”

Yûnus Emre’nin şu mısralarında ifadesini bulan anlam:

Âşık olan miskin olur, hak yoluna teslim olur
Her ne dersen boyun tutar, çare yok gönül yıkmağa

Taraklı insanı, miskin olmasaydı Taraklı mesken olamazdı. Bu insanlar kimden öğrendiler miskinliği? Bu ilçenin sâkinleri, yurt edindikleri meskûn mahallin sükûnetini hala muhafaza edebiliyorlarsa onları teskin eden temel değerlerin üzerinde sükûn etmeliyiz.

Her yerde olduğu gibi Taraklı’da da hayat güllük gülistanlık değil. Bir hayal âleminde yaşamıyoruz. Fakat parası olmadığında bakkallardan temel ihtiyaçlarını veresiye alışverişle yapabiliyor insanlar. Kahvehanelerde çay içebiliyor. Lokantada yemek yiyebiliyor. Borç müessesesi, azalmış olsa da bankaya bulaşmadan insanlar arasında hâlâ devam ettiriliyor. Birbirini bilen insanlar, her durumda çevresini gözetebiliyorlar. Şehirlerde, Karadeniz ve doğu bölgelerinde hatta küçük kasaba ve köylerde, insanlar bireysel silahlanmaya önem verirken Taraklı insanı, eskiden beri silah taşımaktansa kalbinde kin ve düşmanlık taşımamayı tercih etmiştir.

Allah karşısında aczini, yokluğunu bilen yani haddini, hududunu bilen insanlar; hiçbir varlığı, haddinden fazla yorup zorlayamazlar. Hayvana taşıyabileceğinden fazla yük yükleyemezler, insana yapabileceğinden fazla iş buyuramazlar, tabiata dengesini bozacak bir müdahalede bulunmaktan çekinirler. Böyle insanlar, kâr için bina yapamazlar. Sükûneti aradıkları mekânın sâkini olmak için meskenlerini kibir üzere değil sekinet üzere inşa ederler.

Taraklı bahçelerini, rant iştahıyla iskâna açmanın koşuşturmasında olanlar; sekinetin, huzurun beldeden kaçıvereceğinin kaygısında hiç değiller. Onlar her devirde olduğu gibi değersiz bir kazancın takipçileridir. İşini bilir müteahhitler, önce bahçeleri ucuza kapatma derdindeler, sonra aldıkları bahçeleri iskâna açtırıp yapacakları biçimsiz binalarla beldeyi sükûnet mahalli olmaktan çıkarmanın aymazlığı içindeler.

Böyle bir şeyin olmadığını söyleyen; beni evhamlı gören kim varsa onlara Hoca Nasrettin’in Testi Fıkrası’nı hatırlatırım. Testi kırıldıktan sonra tokat atmanın manası kalmadığı gibi söz de tesirini yitiriyor. Taraklı merkezde, son dönemlerde yapılan binalara baktığımızda geleceği sezebiliyoruz. Taraklı’nın mimari bir kimliği var, kişiliği var. Bu kimliği ciddiye almayanlar, binalarını kesinlikle Taraklı merkezin dışında bir yere yaptırmalılar. İnsanın kimliğiyle meskenin kimliğini beraber düşündüğümüzde, insanı daha iyi anlarız.

Göz ardı edilen, 17 Ağustos 99 Depremi’nin Taraklı’da da çok şiddetli hissedilmiş olması. Geyve’de binalar yıkılırken Adapazarı yerle bir olurken bizim harabeliklerimiz, viraneliklerimiz bile yıkılmadı. Depremde bir başarı örneği olarak Tavşancıl’daki eski belediye başkanının planlamaları gösteriliyor medyada. Bu irade takdire şayan, ancak bizde planlamayı bir siyasi erk yapmadı. Miskin Taraklılılar yaptı. O miskinliğin mütevazı meskenleri, kimsenin canını yakmadı, hatta can oldu depremde canı yananlara, sığınak oldu Taraklı.

Taraklı, kapaklı sahan içinde, yani emniyette. Bunu bugüne dek temin eden ne varsa ona dört elle sarılmalıyız. Buna halel getirmek isteyen ne varsa onu izale etmeli, defetmeliyiz. Yunus Emre’ye kulak vermek zorundayız. Yûnus Emre, Bilyas Deresi’nin kenarından yürümedi mi?

Ne Sultan, ne baylardasın, ne köşk ü saraylardasın
Girdin miskinler gönlüne, edindin durak Çalabım

Türkülere kulak vermek zorundayız. Oyunu bozmak zorundayız. Ey Çalap olan Allah; sen sultanlarda, zenginlerde, bay’larda değilsin; köşklerde ve saraylarda da değilsin. Miskinlerin gönlüne girdin. Orayı durak edindin. “Ben yerlere ve göklere sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım” diyor. Yûnus ise o kalbin, miskinin gönlü olduğunu söylüyor. Gönül evdir, ev de gönüldür. Evi gönül bilmeyenler, evi kâr bilir. Kâr için bitişik büyük bloklar dikilir, bina kurulmaz. Hâlbuki türküye kulak verelim, ne diyor?

Kerpiç kerpiç üstüne kurdum binayı
Binayı kurar iken gördüm Leyla’yı
(…)
Kerpiç kerpiç üstüne düzdüm bir sıra
Leyla’dan haber aldım gitmiş Mısır’a

Dikmek, “bir şeyi dikine duracak şekilde yere koyup yerleştirmek”tir. Apartmanı dikersin, evi kurarsın. Dikmek: “bir bitkiyi, kök salıp yetişmesi için toprağa yerleştirmek”tir. O toprağa açgözlü müteahhitlerin kirli elleriyle, müşterekleri nâ-ehil mühendislerin aracılığıyla ve nihayet politik çıkarlar gözeterek yapıları hakkıyla denetlemeyen onlara yol veren sorumluların nezaretiyle dikilen rezidanslar, apartmanlar, soğuk bloklar bize acı yaşatmaktan başka bir şey yapmadı, yapmayacak da…

Şimdi miskin-hanemize, miskinler tekkemize geri dönelim. Kur’ân’dan Türkçeye, Türkçeden Kur’ân’a Kelimeler, başlıklı yazılarımızın otuzuncusu olacak anahtar kelimemiz sâkin’dir.

“Huzurlu olmak, sükûn bulmak” manasında, Mutçalı’nın sözlüğünde sekene fiilinden geldiği ifade edilen sâkin kelimesi, Misalli Sözlükte şöyle tanımlanır: “Yerinde duran, hareketsiz; canlı ve hareketli olmayan, canlılık göstermeyen, durgun, dingin; gürültü ve patırtıdan uzak, sessiz; söz ve davranışlarıyle kimseyi rahatsız etmeyen, yumuşak huylu; heyecan, öfke ve telâşa kapılmayan, heyecan belirtisi göstermeyen; düzenli, huzurlu; öfkesi veya heyecânı yatışmış, huysuzluğu geçmiş, acısı dinmiş, teskin olmuş; bir yerde oturan, ikāmet eden, o yerin halkından olan kimse; sesli harf yerini tutan harekelerden biriyle okunmayan ve üzerine sükûn (cezm) işâreti konan, cezimli harf.”

Sakin kelimesine gelen yapım ekleriyle sakinlemek, sakinleşmek, sakinleştirmek, sakinleştirici, sakinlik gibi birçok kelime türemiştir.

Furkan suresi 45. ayette kelime şöyle geçer:

“Elem tera ilâ rabbike keyfe medde-zzille velev şâe lece’alehu sâkinen sümme ce’alnâ-şşemse ‘aleyhi delîlâ”

(Görmedin mi Rabbin gölgeyi nasıl uzatmıştır? Eğer dileyecek olsa idi onu elbette sakin kılardı. Sonra güneşi gölge üzerine bir delil kıldık).

Bâkî’nin bir beytinde kelime şöyle geçer:

Yûsuf gibi ‘ izzetde sen Ya’ kûb-veş mihnetde ben
Dil sâkin-i Beytü’l-hazen tenhâlara saldun beni
(Sen Hz. Yusuf gibi itibarlı, kıymetlisin; ben Hz. Yakup gibi sıkıntı ve zorluktayım; hüzün evinin sakini olan gönlümü, beni yalnız, tenhalarda bıraktın).

“Bir yerde oturanlar, ikāmet edenler” manasındaki sâkin kelimesinin çoğulu olan sekene kelimesi de Türkçede kullanılır. Muallim Naci’de şöyle geçer: “Bir aralık kümesin sekenesi üç ördekten ibâret kalmış idi.”

Sekenat “Durma, duruş, hareket etmeme” manasına gelir.

Kelime Şeyh Galib’in bir beytinde şöyle geçer:

Rûh vardı harekât u sekenâtında anun
Zâhirâ gerçi ki bir sûret-i bî-cân idi Kays
(Onun hareket ve duruşlarında ruh vardı; gerçi görünüşü cansız bir şekildi Kays’ın)

Sükûn kelimesi de aynı kök üzeredir. “Durma, hareketsiz kalma, durgunluk; gürültü ve patırtıdan uzak olma, sessizlik; rahat, iç huzuru; dinme, kesilme, yatışma; Arap ve Osmanlı alfabesinde bir harfin harekelendirilmemesi” manalarına gelir.

Kelime, sırasıyla Baki, Şeyhülislam Yahya ve Azmizâde Hâletî’nin beyitlerinde şöyle geçer:

Bir dilde meyl ü mihr ü mahabbet vatan tuta
Kalmaz karârı sabr u sükûn u selâmetün
(Bir gönülde istek, sevgi, aşk vatan tutarsa; sabır, sükûn ve selametin kararı, huzuru kalmaz).

Gonceyi servi sana teşbîh ider her bî-edeb
Hep sükûtunla sükûnundur ana cânâ sebeb
(Edepsizler seni henüz açılmamış bir güle ve servi ağacına benzetirler; ey sevgili hep sessizliğinle sükûnundur buna sebep olan).

Deryâ-yı gamam cûş derûnumda nihândur
Aldar göreni gerçi ki zâhirde sükûnum
(Ben gam deniziyim; coşmak, kaynamak benim içimde gizlidir; göreni aldatır çünkü dış görünüşüm sükûndur, durgunluktur).

Sükûnet kelimesi de aynı kök üzeredir. “Durgunluk, hareketsizlik, telâşsızlık, sakinlik; gönül rahatlığı, iç huzuru.” manalarına gelen kelimeden yapım ekleriyle sükûnetli, sükûnetleştirme gibi kelimeler türetilmiştir. Yahyâ Kemal’in bir beytinde şöyle geçer:

Sessizdiler; fakat ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti

Sekîne/t
kelimesi de aynı kök üzeredir. “Rahat ve sâkin olma, sâkinlik, sükûnet; Şüphe, korku, endîşe ve sıkıntılardan kurtulma, iç huzûruna kavuşma, gönül rahatlığı, huzur” manalarına gelen kelimeden sekinetli kelimesi de türemiştir.

Fetih suresi 4. ayette kelime şöyle geçer:

“Huve-llezî enzele-ssekînete fî kulûbi-lmu/minîne liyezdâdû îmânen me’a îmânihim…”
(O, odur ki mü'minlerin kalblerine o sekîneti indirdi, imanları üstüne iman artırsınlar diye.)

Kelime Muallim Nâci’nin bir beytinde şöyle geçer.

Kapsan da bizi sefinemizden
Gitmez bu sekîne sînemizden
(Bizi gemimizden kapsan da bu sekine göğsümüzden gitmez).

Sükkân, ”Bir yerde oturanlar, ikāmet edenler, o yerin sâkinleri” dir. Kelime, Şeyh Galib’in bir beytinde şöyle geçer:

Meyhâneyi seyr ettim uşşâka mataf olmuş
Teklîf ü tekellüfden sükkânı muâf olmuş
(Meyhaneyi seyrettim, âşıklara tavaf yeri olmuş; sakinleri resmiyetten muaf olmuş).

Süknâ, “Oturulan, ikāmet edilen yer, mesken; oturma, ikāmet etme” demektir. Şair Vahyî’nin bir beytinde şöyle geçer.

Lîk süknâsın eylemiş meşrût
Olana ışk u şevk ile mahlût
(Lakin aşk ve şevk ile karışık olana meskenini şartlı eylemiş).

Sikkîn, “Bıçak” demektir. Yusuf 31. ayette kelime şöyle geçer:

“Felemmâ semi’at bimekrihinne erselet ileyhinne vea’tedet lehunne muttekeen veâtet kulle vâhidetin minhunne sikkînen vekâleti-hruc ‘aleyhinne…”

(Aziz’in karısı, kadınların dedikodularını duyunca onlara davetçi gönderdi; yaslanmaları için yastıklar hazırladı ve onlardan her birine bir bıçak verdi. (Kadınlar meyvelerini soyarken Yûsuf’a), “karşılarına çık!” dedi).

Kelime, Eşrefoğlu Rûmî’nin bir beytinde şöyle geçer:

Kes enâniyyet peşini meskenet sikkîniyle
Kaz çıkar benlik kökünü ardına at tâ-ebed
(Elbisendeki gösteriş kumaşı olan benlik peşini, Allah karşısında aczini bilme bıçağıyla kes; kaz, çıkar benlik kökünü ebediyete kadar ardına at.)

İskân, “sürekli oturmak üzere bir yere yerleştirme, yerleştirilme; boş bir yeri insanlarla meskûn hâle getirme; bir harfi harekesiz, sâkin duruma getirme” anlamlarına gelir.

Kelime İbrahim Suresi 37. ayette şöyle geçer:

“Rabbenâ innî eskentu min zurriyyetî bivâdin gayri zî zer’in ‘inde beytike-lmuharrami rabbenâ liyukîmû-ssalâte fec’al ef-ideten mine-nnâsi tehvî ileyhim verzukhum mine-ssemerâti le’allehum yeşkurûn.”

(Rabbimiz, ben çocuklarımdan bazısını, senin Haram Evinin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz, namazı kılsınlar diye (böyle yaptım). Artık sen de insanlardan birtakım gönüllüleri, onları sever yap ve onları çeşitli meyvalarla besle ki şükretsinler).

Kelime, Cevdet Paşa’da şöyle geçer:

“Meselâ bir kimsenin süknâsı (ikamet etmesi) için istîcar olunan (kiralanan) hânede başkası iskân olunabilir.”

Teskîn kelimesi de aynı kök üzeredir. “Yatıştırma, sükûnete erdirme; bir harfi sâkin okuma” anlamlarında kullanılan kelime, Edirneli Nazmî’nin bir beytinde şöyle geçer:

Derd-i ‘aşkı girye vü zârî imiş teskîn iden
Ben bu remzî döne döne anladum dûlâbdan
(Aşk derdini teskin eden ağlayıp inlemekmiş; ben bu işareti döne döne su dolabından anladım.)

Mesken kelimesi de aynı kök üzeredir. “Oturulan, ikāmet edilen yer, ev, konut, ikametgâh” manasındaki kelime Sebe suresi 15. ayette şöyle geçer:

"Lekad kâne lisebe-in fî meskenihim âyetun cennetâni ‘an yemînin veşimâlin kulû min rizki rabbikum veşkurû lehu beldetun tayyibetun verabbun gafur”

(Andolsun ki oturdukları yerlerde Sebe kavmine ait büyük bir işaret vardı. Biri sağda diğeri solda iki bahçe. “Rabbinizin bahşettiği rızıktan yiyin ve O’na şükredin. Ne güzel bir belde, ne bağışlayıcı bir rab!”).

Şair Muhyî’nin bir beytinde kelime şöyle geçer:

Dil-i miskin saçın itmişdi mesken
Meger dar imiş oldı anda berdar
(Miskin gönül saçını mesken etmişti; meğer darağacı imiş, orada asıldı.)

Mesâkin kelimesi meskenin çoğuludur. “Oturulacak yerler, evler, meskenler” manasındaki kelime İbrahim suresi 45. ayette şöyle geçer:

“Vesekentum fî mesâkini-llezîne zalemû enfusehum vetebeyyene lekum keyfe fe’alnâ bihim vedarabnâ lekumu-l-emsâl.”

(Kendilerine zulmedenlerin yerlerinde/meskenlerinde oturdunuz. Onlara ne yaptığımız ise size belli olmuştu. Size misaller de vermiştik).

Kelime, Tevfik Fikret’in bir mısraında şöyle geçer:

Ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ
Temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin
(Ey kapkara damlarla ayakta birer matemi temsil eden sakin ve yıpranmış meskenler.)

Mesâkin kelimesi aynı şekliyle miskinin çoğulu olarak “yoksullar, fakirler, miskinler” olarak da Türkçede kullanılır. Nisa suresi 8. ayette kelime şöyle geçer:

“Ve-izâ hadara-lkismete ulû-lkurbâ velyetâmâ velmesâkînu ferzukûhum minhu vekûlû lehum kavlen ma’rûfâ.”

(Miras taksim olunurken uzak karabeti bulunanlar ve yetimler, miskinler de hazır bulunuyorlarsa hem kendilerine ondan biraz bir şey verin hem de gönüllerini alacak sözler söyleyin).

Dede Ömer Rûşenî’nin bir beytinde kelime şöyle geçer:

Mahbûb-ı enbiyâsın matlûb-ı evliyâsın
Maksûd-ı asfiyâsın ser-defter-i mesâkîn
(Peygamberlerin sevgilisisin, evliyanın talep ettiğisin; saf ve temiz kimselerin maksadısın, miskinler defterinin başısın).

Miskin, kelimesi de aynı kök üzeredir. “Aşırı derecede tembel, uyuşuk, mıymıntı kimse; âciz, zavallı kimse; tepki gösterilecek yerlerde tepkisiz kalan, mücâdele ve teşebbüs yeteneği olmayan, pısırık kimse; dînen zekât verilecek derecede yoksul, muhtaç kimse; Allah karşısında aczini, yokluğunu bilen gönül eri, gerçek zenginin Allah olduğunu ve kendisinin O’na karşı mutlak ihtiyaç içinde bulunduğunu bilen derviş kul, fakir; cüzam hastalığına tutulmuş kimse” anlamlarına gelir.

Azmizâde Hâletî’nin bir beytinde kelime şöyle geçer:

Bana sor Ferhâd-ı miskînün ne mihnet çekdügin
Anasından emdügi süd geldi burnından dilâ
(Miskin Ferhad’ın ne sıkıntı çektiğini bana sor; ey gönül, anasından emdiği süt burnundan geldi.)

Miskinhane: “Eskiden cüzamlı hastaların barındıkları ve topluca yaşadıkları yer; işi gücü olmayanların toplanıp tembel tembel oturdukları yer, miskinler tekkesi” demektir. Yine miskinleşmek, miskinleştirmek, miskinlik kelimeleri de yapım ekleriyle türetilmiştir.

TDK ve diğer sözlüklerde miskinlenmek kelimesine rast gelmedim. Gelibolulu Surûrî’nin beytinden yola çıkarak kelimenin “sakin, hareketsiz, zararsız olmak” manalarına geldiğini tahmin ediyorum.

Zülf ü hâli sana miskînlendügi hep hîledür
Gizli sokarlar birisi mâr u biri arıdur
(Sevgilinin saçı ve siyah beninin sana sakin durması hep hiledir; gizli sokarlar, birisi yılan, biri arıdır).

Meskenet kelimesi de aynı kök üzeredir. “Miskin olma durumu, tembellik, uyuşukluk, âcizlik; Allah karşısında aczini, yokluğunu bilme, gerçek zenginin Allah olduğunun ve kulun O’na karşı mutlak bir ihtiyaç içinde bulunduğunun şuûrunda olma” manalarınaa gelen kelime, Âl-i İmran suresi 112.ayette şöyle geçer:
 
“Duribet ‘aleyhimu-zzilletu eyne mâ sukifû illâ bihablin minallâhi vehablin mine-nnâsi vebâû bigadabin minallâhi veduribet ‘aleyhimu-lmeskenetu…”

(Nerede bulunsalar zillet altında kalmağa mahkûmdurlar, meğerki Allah’ın ahdine ve mü'minlerin ahdine sığınmış olsunlar, döne dolaşa Allah’ın gazabına müstehıkk oldular ve meskenet altında ezilmeğe mahkûm kaldılar).

Ahmedî’nin bir beytinde kelime şöyle geçer:

Çü gönlünde eser yoh meskenetden
Dilünde ne gerek bunca makâlât
(Allah karşısında kendi aczinin şuurunda olmayan; dilinde bu kadar sözlere ne gerek).

Meskûn, “içinde oturulan, ikāmet edilen ev vb. yerleşilip yurt edinilmiş, ahâlisi olan yer” manalarına gelmektedir. Edirneli Nazmi

Mülk-i dünyâ kimseye çünkim degüldür pây-dâr
Rub’-ı meskûn cümle miskîn buyrugunda oldı tut
(Dünya mülkü kimseye ebedi değildir; insanların yurt edindikleri dünyanın dörtte biri, bütün miskinlerin buyruğundadır).

Müsekkin, “sâkinleştirici, yatıştırıcı, ağrı kesici ilâç, uyuşturucu”dur.

Kelime, Hâlide Edip Adıvar’da şöyle geçiyor.

“Sonra cebinden bir şişe çıkardı, bir kaşık içirdi, kuvvetli bir müsekkin olacak ki bu satırları yazarken esnemekten çenelerim ayrılıyor.”

Bütün bu kelimeleri; katılaşmış, donmuş bir dünyanın özlemiyle sıralamıyoruz. Hastalıklı bir nostaljinin arayışında da değiliz. Yitip kopan bir şeyler var hayatımızdan. Duygularımızı önemsemeyen, aklımızla alay eden korkunç, ezici, salgın bir anlayış şekli bu. Ne desek sözlerimiz, en uca kadar götürülüp marjinal kılınıyor, ardından yine bize karşı kullanılıyor.

Bugün güçlü bir piyasa tecrübesiyle dolu olmak her işi kıvırmaya ehil olduğunun ispatı olarak yazılıyor C.V’lere. Piyasanın esnek yapısını kıvıramayanlar, beceriksizliklerinin cezasını, horlanıp küçük düşürülerek çekiyorlar. Ta ki onlar da hatalarını anlayıp oyunu mevcut kurallara göre oynamayı öğrenene kadar bu tecrit devam ediyor. 

Maddeyi eğip büktüğü gibi kelimeleri de eğip büken bir güce, ancak asli mekânında değerlendirilecek kelimelerle mukavemet edebiliriz. Kur’ân’ın tek bir harfinin bile değişmemiş olması, her çağda bize umut aşılamakta. Tıpkı şu an olduğu gibi.

Biz sevdik âşık olduk, sevildik maşuk olduk
Her dem yeni dirlikte, bizden kim usanası

Yûnus’un dirlik dediği hayattır. Her dem yenilenen usanılmaz bir hayat. Yeniye karşı durmak eskiyi dondurmak böyle bir âlemde ahmaklıktır. Çünkü “O; her gün, her an, yeni bir iş ve yaratma üzeredir.” Fakat insanların elinde parlatılan hangi yeni? Yeni diye önümüze serilenler; insanı, tabiatı sömürmek üzere teşekkül ettirilmişse orada sinsi bir numara döndüğünü fark etmekle mükellefiz. Yeni dünya bunu gerektiriyor diye cümleye başlayanların bize sundukları tekliflerin, hayatlarımızı nasıl kararttığını yakın zamanda, en kaba biçimiyle gördük.

Mesele gelip neyi, neden yaptığımızda düğümleniyor. Kâr edip daha fazla kazanmanın peşine düştüysek bu istek, tuzlu deniz kumundan daireler yaptırıp sattırır bize. Tuz, demiri paslandırır, bina çöker, ama biz kısa vadede zengin olur çıkarız. Bu kısa yoldan köşe dönme cambazlıklarını engellemesi gerekenler, aksine bu kârlı sektörü destekleyip teşvik ederlerse ne olur? Et kokarsa tuzlanır, ya tuz kokarsa ne yapılır?

“Üç şey insanın saadetinden, üç şey de insanın mutsuzluğundandır. İyi bir eş, geniş bir ev ve iyi bir binek. Kötü bir eş, kötü ev ve kötü binek ise mutsuzluk kaynağıdır.” Allah resulünün, geniş evden kastı, içerisinde fakirlerin, miskinlerin, yolda kalmışların, akrabaların ağırlandığı meskenlerdir. Bu sükûnet evi, acizliklerini, meskenetlerini onlara unutturur. Civarındaki meskûn mahalde, komşularla güzel ilişkiler kurmaya vesile olur. Aynı havayı teneffüs eden sakinlerinin huzur bulduğu, sükûn duyduğu yuvada, birbiriyle teskin olan eşlerin üzerine sekînet iner. Neticede Peygamber’in söylediği kulluğun iskânı olan meskenlerimize bugün sahip miyiz, yarın sahip olabilecek miyiz? Teskin olmaz bir soru…

Miskin Yûnus var yârına koma bu günü yarına
Yarın Hakk’ın dîvânına varam Allah deyü deyü

#mesken #miskin #sakin #teskin #iskan #sekinet #sukun #sukunet

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.