Taşkent'e İlk Adım (Türkistan Notları-2)
Evet, Özbekistan’a uçuyorduk…
***
Türkiye’de Özbekistan’a gideceğimizi öğrenen insanların ortak kanaati, orada görülmeye değer pek bir şey olmadığıydı: Batı’da herhangi bir ülkeye gitmek ya da yükselmekte olan Körfez ülkelerinin yapay, konforlu ve akıllı şehirlerini keşfetmek varken; Orta Asya’nın sıcak ve kurak bozkırlarında ne işimiz vardı?
***
Tarihsel olarak oldukça zengin bir geçmişe; Semerkant, Buhara, Hive gibi kadim şehirlere sahip olduğunu bilsek de uzun yıllar yaşanan Rus hegemonyası nedeniyle Özbekistan’ın çok da mamur olmadığına dair bizde de bir önyargı mevcuttu. Ancak okumalarımız ve kadim olana yönelişimiz bizim için bu yolculuğu mecbur kılıyordu. Bu mecburiyet ile birçok meşakkate katlanmayı göze almıştık.
***
Uzbekistan Airways firmasına ait uçağımızla yolculuğumuz yaklaşık 6 saat sürecekti.
***
Uçak yolculuklarında alışageldiğimiz resmi, mesafeli ve soğuk havanın aksine; bu yolculukta uzak bir koltukta oturduğu halde tanıdığı ve belki de tanımadığı diğer yolculara seslenen, selamlaşan, güler yüzlü insanların varlığı ile şehirlerarası bir otobüs seferindeydik sanki. Bu samimi ve sıcak ortama bir de uçakta konuşulan dilin Türkiye Türkçesine yakın olması eklenince üzerimizdeki yabancılık hissi büsbütün ortadan kalktı.
***
Taşkent semalarına yaklaştığımızda bozkırın ortasında geniş bahçelerle mamur, bayındır bir şehre hayretle bakıyorduk. Özbekistan’ın çoraklığına dair önyargımızın ilk kırılma anını böyle bir manzarayla karşılaşarak yaşadık ve Taşkent havalimanına iniş yaptık.
***
Artık tepeden bakmıyorduk!
***
Ülkeye giriş işlemlerini tamamladıktan sonra havalimanında valizlerimizi beklerken telefon hat işlemlerini de aradan çıkaralım dedik. Yöneldiğimiz stanttaki GSM operatörlerinin bize sundukları tekliflerin oldukça cazip olması bizi önce tereddüde düşürdü. Ancak uçakta tanıştığımız Özbek bir gencin, bize buradaki internet fiyatlarının uygun olduğunu söylemesiyle rahatladık, hatlarımızı aldık. Havalimanında olmasına rağmen aylık 150 gb internetin 8 dolar, 50 gb internetin 4 dolar olması, buna ilaveten geceleri internetin sınırsız olması, Türkiye’deki fiyatlarla Özbekistan’daki fiyatlar arasında ne kadar büyük bir uçurum olduğunu gösteriyordu.
***
Hatlarımızı aldıktan sonra Taşkent’te bizi karşılayacak olan dostumuz Haşim Yakar’ı artık arayabilirdik. Gebzeli olan Haşim, 2 yılı aşkın süredir Taşkent’te yaşamaktaydı. Burada hem ticaret hem de bir üniversitede İngilizce okutmanlığı yapan Haşim, gezimiz boyunca bize mihmandarlık ve yoldaşlık edecekti.
***
Havalimanından çıktığımızda Taşkent’in kuru ve yakıcı sıcağı yüzümüze vurdu. Haşim’in çağırdığı taksilerin oldukça lüks araçlar olması, bizi ödeyeceğimiz ücret konusunda yine tedirgin etti. Zira Türkiye’deki fahiş taksi ücretlerine dair bilgimiz bizi böyle düşünmeye itiyordu. Oysa 40 dakikalık lüks araçlarla gerçekleştirdiğimiz yolculuk için ödediğimiz ücret, sadece 25 bin Özbek Somu’ydu. Bu ücretin Türk Lirası karşılığı ise sadece 80 liraydı. İşin böyle olması, özellikle şehir içi yolculuklarda ulaşım aracı olarak taksileri rahatlıkla kullanabileceğimiz anlamına geliyordu. Bu da bize taksi şoförleri üzerinden de bölge ve bölge insanı hakkında sohbet etme ve bilgi alma imkânı sağlayacaktı.
***
-Selamunaleykum.
***
-Selamunaleykum.
***
Evet, “Selamunaleykum”ün cevabı, bu bölgede “aleykümselam” değildi. Selama, ‘’Selamun aleyküm’’ diye karşılık vermekti. Bu şekilde başlayan sohbetlerimiz iki coğrafya arasında lehçe farkı olsa da anlaşmamıza, zannettiğimiz kadar engel teşkil etmiyordu. Halbuki Özbeklerin konuştuğu Doğu Türkçesi (Çağatayca) ile bizim konuştuğumuz Batı Türkçesi (Oğuzca) arasında teoride büyük bir farklılığın olduğunu öğrenmiştik. Fakat bu farklılıklar, pratikte silinip gidiyordu. İnsanlarla üç aşağı beş yukarı anlaşabileceğimizi şimdiden fark etmeye başlamıştık.
***
-Rahmet.
***
-Rahmet.
***
Bu keyifli yolculuk ve sohbetin sonunda; Haşim, şoföre “rahmet” diyerek teşekkür etti. O da aynı kelime ile karşılık verdi. Öğrendik ki burada “teşekkür” kelimesinin karşılığı “rahmet” kelimesi imiş.
***
Konaklayacağımız yere; geniş caddelerin, yemyeşil parkların ve yol boyu uzanan büyük ağaçların arasından geçerek nihayet ulaşmıştık. Şehir merkezinde bulunan ve Sovyet döneminden kalan 4 katlı tek tip binaların yer aldığı; geniş ortak yaşam alanlarının bulunduğu bir sitedeydik. Otopark ve oturma alanları, çocuk parkları, meyve ağaçlarıyla çevrelenen bu site, sahip olduğu nezih düzeni halen muhafaza etmekteydi. Türkiye’deki insanların ekseriyeti için ulaşılmaz olan böyle bir yaşam alanı, pek de lüks olmayan konaklayacağımız binanın yer aldığı bu sitede oluşturulabilmişti.
***
Altın sarısı meyvelerinin ağırlığıyla dalları aşağıya eğilmiş bir kayısı ağacının gölgesinden geçerek binanın kapısından içeri girdik. En az 60 yıllık olan bu binanın geniş merdivenlerini, 8 kişi neredeyse yan yana çıkabildik. Her katta koridorların geniş ve ferah olması dikkatimizi çeken başka bir ayrıntıydı.
***
Biz buna alışık değildik! Zira Türkiye’de herkes her şey birbirinden bir şeyler çalıyordu: Binalar; caddelerden, sokaklardan… Binanın içindeki daireler; koridorlardan, merdivenlerden… Müteahhitler ve politik uzantıları ise rant uğruna her şeyden çalıyordu. Bize, insanca yaşayabileceğimiz bir alan bırakılmıyordu.
***
Bu serzenişler ile 3. katta yer alan daireye girdiğimizde bizi duvarları tablolarla süslenmiş geniş bir salon karşıladı. Salonun sağında yer alan kırmızı tuğlalı şömine, üzerinde mübarek Kur’an-ı Kerim’i taşıyorken; solundaki vitrin ise çeşitli içki şişelerinin yer aldığı bir koleksiyonu sergiliyordu. Masanın üzerine bir seccade bırakılmıştı. Buzdolabı ise muhtelif içki şişeleriyle doluydu.
***
Bizdeki şaşkınlığı fark eden Haşim:
***
-Buradaki insanların büyük bir kısmı yemek sofralarından dua etmeden kalkmaz fakat sofralarında içki de eksik olmaz. Size anormal gelen bu durum, buradaki insanların normalidir, dedi.
***
Bu, Türkistan gezimiz boyunca karşılaşacağımız çelişkilerin ilkiydi.
***
Biraz soluklandıktan sonra odalarımıza eşyalarımızı yerleştirdik.
***
Evet, artık Taşkent’i gezmeye başlayabiliriz.
