Nasreddin Hoca Buhara'da (Türkistan Notları -11)

Mustafa Özbilge ve Gürhan Korkmaz'ın birlikte kaleme aldığı Türkistan yazı dizisinin 11'incisi yayında...
Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge
Yayın: Güncelleme:

 Buhara bizi bırakmadı. 
***
Planlarımız bozulmuş, programımız aksamıştı. Ama şikayetçi değildik. Hem Haşim’in iyileşmiş olması hem de Buhara’da bir gün daha kalacak olmamız sevindirmişti bizi. Buhara, tozlu ve bunaltıcı havasına rağmen içimizi en çok ısıtan şehir olmuştu. 
***
Gerçi plan dediğin şey neydi ki? Ya program?.. Şu zamanda, şu yerlere gideceğimizin karara bağlanması kesin bir takvim mi? 
***
Bugün kişi; zaman ve mekânı kuşkusuz elinde tuttuğuna inanıyor. Modern teknoloji; zamana ve mekâna dair tasarruf anlayışımızı o kadar değiştirmiş, iktidarımızı o kadar pekiştirmiş ki aksilikler, istisnalar sarsıyor insanı. Eğer o istisnalar, aksamalar olmasa insan olduğumuzu neredeyse unutacağız.
***
Dostumuz Haşim’in hastalığı, bir şifa olarak meseleye bu açıdan bakmamıza da imkan vermişti. 
***
Haşim kendi isteğiyle kağıtları imzalayıp taburcu oldu. Öğleden sonra otelin avlusunda, kavun karpuz yerken hastanede yaşananları konuştuk.
***
Buhara’da göremediğimiz tarihi yerler çoktu daha. İmam Buhari’ye restorasyon sebebiyle gidemeyecektik. Chor Minor ve Chor Bakr’e gitmek konusunda da önce arkadaşlara bir temayül yoklaması yapmalıydık mutlaka. Biraz dinlendikten sonra ikindi vakti konuyu çıtlattık. Ekip, eski gücüne yeniden kavuşmuş, yola çıkmak üzere herkes kapıda hazır olmuştu bile...
***
Bu arada geçmiş olsun demek için yanımıza gelen otel görevlisi ablalar, bu hastalığın yediğimiz karpuzdan kaynaklı olduğunu söyleyerek, benzeri vakalarla daha önce de karşılaştıklarını ifade ettiler. Biz ise rahatsızlığın, en büyük sebebinin yorgunluk ve düzensiz gıda tüketimi olduğu konusunda ısrar ettik. Buna ikna olmamışlardı, karpuz tüketimi konusunda yine de temkinli olmamız gerektiğini söyleyerek yanımızdan ayrıldılar.
***
İlk durağımız Chor Minor (Dört Minare) idi. Buraya vardığımızda yapının karşısında yer alan büyük bir antikacı ilgimizi çekti. Bu dükkandaki birbirinden ilginç eserler, geniş avlusundaki tezgâhlarda ve duvarlarda sergilenmekteydi.
***
Ürün çeşitliliği oldukça fazlaydı… İslam harfleriyle yazılmış yazma ve matbu sadece birkaç eser... Sovyet dönemine ait duvar ve kol saatleri, dürbünler, zenit marka fotoğraf makineleri, küçük heykeller, broşlar, rozetler, madalyalar, pul koleksiyonları… Burası adeta bir Sovyet bit pazarı gibiydi…
***
Bit pazarlarını; eskimiş, tedavülden kalkan eşyaların satıldığı yerler olarak bilirken şimdi tedavülden kalkmış bir rejimden arta kalan metrûkâtı seyrediyorduk. Rejim; terekesi, Türkistan’ın muhtelif yerlerinde pazara çıkmış bir ölüydü sanki.
***
2. Dünya Savaşı’ndan arta kalan madalyalara, pullara, resimlere, teçhizata baktıkça ölen milyonlarca insanı, yaralıları, geride kalan yetim ve öksüzleri düşünmeden edemiyorduk. Hep acı hep sömürü…
***
Dikkatimizi, en çok da dükkânın girişinde yan yana asılı bulunan üzerine Hz. Ali ve Lenin resimlerinin işlendiği kilimler çekmişti. Hz. Ali resimlerini, Türkiye’de Atatürk’le yan yana görmeye alışmıştık. Sünni Osmanlı baskısına karşı, laik Atatürk tercihi, Dersim’e rağmen hâlâ müreccahtı.
***
Ya Lenin?
***
“Atatürk Ölmedi, Lenin Yaşıyor” diye bir yazısı vardı İsmet Özel’in. Dolmabahçe Sarayı’nda hayata gözlerini yuman Atatürk’ün birtakım çıkar çevreleri için ölmemesi gerekiyordu. Lenin ise dünya sistemine dair bir şeyin fark edilmesini teori ve pratikte öyle bir şekilde sağlamıştı ki ölmesi, ne kadar telkin edilirse edilsin, bunun aksine yaşamaya devam ediyordu.
***
Ama Hz. Ali’nin yeri Müslümanların gönlünde hiç değişmiyordu. İlmin kapısı, hakikate dair Müslümanların zihninde her zaman meşruiyet kapısıydı. Fakat işin pratiğine gelindiğinde, insanlarda pragmatik Emevi politikalarına ittiba ağır basıyordu. Ali, fazla idealist gözüküyordu… Burada Lenin’i, Hz. Ali’nin yanına getiren devrimciliği, filozofluğu, liderliğiydi belki de…
***
Kafa şişirmeye gerek yok; nihayetinde bir işletmenin baktığı, o şeyin popüler olup satılabilir olmasıdır diye düşünülebilir. Hatta Lenin’in Türk kökenli olduğu da akla gelebilir. Ama her eşyaya, her mekana sinmiş insanın kokusundan kaçınabilmek ne kadar mümkün?
***
Bu büyük antikacıyı 12-13 yaşlarında bir kız ve 8-9 yaşlarında bir erkek çocuğu beklemekteydi. Davranışlarından ve konuşmalarından kardeş oldukları anlaşılan bu iki afacan, müşterilerle ilgilenmek yerine birbirlerine sataşmayı tercih ediyorlardı. Birbirleriyle uğraşıyorlardı. Özellikle kız hem sözlü hem fiziksel şiddet uyguluyordu oğlana. Sorduğumuz sorulara ilgisizce cevap veriyorlar, ürünlere de oldukça yüksek fiyatlar istiyorlardı. Pazarlık yapmak istediğimizde ise buna hiç yanaşmıyorlardı. İncelediğimiz yazma eserler içerisinde bir Kur’an-ı Kerim ve birkaç klasik eser dikkatimizi çekmişti. Ancak çocukların umarsız tavırları, anlaşabilmeyi mümkün kılmadığı için bu mekandan ayrılıp, Chor Minor’a yöneldik.
***
19’uncu yüzyılın başında inşa edilen Chor Minor Medresesi’nin büyük bir bölümü bugüne ulaşamamış olmasına rağmen ana giriş kısmı sağlam vaziyetteydi. Birbirinin aynısı gibi gözüken, fakat dikkatli incelendiğinde birbirinden farklı oldukları anlaşılan 4 minare ve küçük kubbeli bir yapıdan oluşan bu şirin eser, daha önce pek karşılaşmadığımız bir tarzdaydı. Dışından dikkatlice incelediğimiz bu eserin kapısı kapalı olduğu için içerisini görmemiz pek mümkün olmadı. Kapı aralığından görebildiğimiz kadarıyla burası bir depo olarak kullanılmaktaydı.
***
Burada arabesk bir manzarayla karşı karşıya olduğumuzu düşündük. Fakat her şey kuralına göre şekillenmekteydi. Bir tarafta “klasik/ölü dünya”nın devamı olan kapalı medrese; karşısında “ölü bir rejim”den kalan eşyaları satan antikacı… Peki yaşayan dünya nerede? Burada! Yapılan restorasyon da satılan eşyalar da artık turizm adına “yaşayan bir dünya”yı temsil etmekteydi.
***
Buradan ayrılıp taksilerle Chor Bakr (Dört Bekir)’e doğru yola çıktık.
***
Şehir merkezinden çok uzak olmayan bu büyük külliyeye vardığımızda akşam vakti yaklaşmaktaydı. Mekânın ana giriş kapısından girdiğimizde bizi büyük bir su kuyusu karşıladı.
***
Çıkrığı salarak bu derin kuyudan su çektik. Soğuk ve tatlı olan suyuyla ellerimizi ve yüzümüzü yıkayarak biraz serinledik.
***
Artık günün son ışıkları kuyuya düşmekteydi. Hepimiz kuyunun etrafında toplanmış, derinliklerine bakıyorduk. Yusuf, hâlâ Kenan’da/Filistin’de kuyuda beklemekte; Hazreti Ali'nin inlemeleri kuyunun taşlarına çarpa çarpa göğe yükselmekteydi adeta.
***
Dallarında olgun, sararmış kayısıların bulunduğu ağaçlar, külliyenin yemyeşil bahçesini süslerken kendimizi bir nevi nekropolde bulduk. Her yer mezardı.
***
Burası bizim için sanki bir berzah âlemiydi. Yani ölülerle dirilerin arasında bir yerde dolaşıyorduk. Artık maneviyat denen, insanın rûh dünyası, içimize akın eden hafif bir rüzgârla aşılanmaktaydı.
***
8 kişilik ekibimizi gören kırçıl sakallı, beyaz takkeli biri, eliyle bizi selamladı. Biraz sohbet ettik. 70 yaşlarındaki güler yüzlü bu amca, Türkiye’den geldiğimizi öğrenince bize burasıyla alakalı bilgiler verdi. Türkiye’den birçok insanın burayı ziyaret ettiğini, bilhassa ehl-i tarik insanların bu mekanı görmeden Buhara’dan ayrılmadıklarını söyledi.
***
10’uncu yüzyılda Buhara’ya hâkim olan Samanilerin daveti üzerine Yemen’den gelen ve bölge halkına İslamiyet’i öğretip onları irşad eden -Hz. Peygamberin soyundan- Ebu Bekir Said ve kardeşlerinin mezarlarının bulunduğu bu mekan, 16’ncı yüzyılda Şeybaniler tarafından bugünkü haliyle inşa edilmiş.
***
Külliyede Dört Bekir’in yanı sıra devrin önde gelenlerinin türbeleri, turkuaz kubbeli güzel bir cami, dergâh, havuz ve çeşitli tarihi binalar yer almaktaydı. Külliyenin duvarlarının hemen dışında ise bugün de kullanılan geniş, yeni bir mezarlık bulunmaktaydı. Muhtemelen Rus kültürünün etkisiyle buradaki mezar taşlarının birçoğuna ölen kişilerin fotoğrafları asılmıştı.
***
Gördüğümüz diğer külliyelere nazaran daha sade olan bu kompleksin neredeyse tamamı renksiz ve küçük tuğlalarla inşa edilmişti. İhtişamdan uzak bu mekâna, etrafta gezinen tavus kuşları ve uçuşan güvercinler canlı bir güzellik katıyordu. 
***
Akşam vakti gelmişti. Okunan ezanla birlikte namazlarımızı Chor Bakr’de kılıp çıkışa yöneldik. Yemeği merkezde bulunan bir Türk restoranında yiyecektik. Çağırdığımız taksilere binerek restoranın yolunu tuttuk.
***
Simetrik, parıltılı raflarla çevrili bir iç mekânı bulunan restoran, aynı zamanda çeşit çeşit çayların satıldığı bir konsepte sahipti. Yerel çalışanların hizmet verdiği bu restoranda hal ve davranışlarıyla bize Zühreddin’i anımsatan genç bir garson, menülerimizi getirdi. Siparişlerimizi verirken sohbet ettiğimiz bu gencin isminin Bekir olduğunu ve diş hekimliği okuduğunu öğrendik. Bekir, üniversite masraflarını karşılamak üzere burada çalıştığını söyledi.
***
Yemeklerimizi yedikten sonra çaylarımızı, kâseyle değil, ince belli bardaklardan içtik. Restoranın yöneticisi Türkiye’den geldiğimiz için bizimle özel sohbet etti. Doksanlı yıllarda, Özbek yönetiminin Türk iş adamlarına ve mallarına karşı ambargo uyguladığını, ama bugün ilişkilerin iyiye gittiğini söyledi.
***
Otele geldiğimizde vakit hayli ilerlemişti. Biletlerimiz hazırdı. Sabah erkenden Hive trenine binecektik. Odalarımıza çekilmeden bu otelin avlusunda yer alan masanın etrafında geç saate kadar sohbet ettik. Bizi gezi boyunca bitiren, işte bu gece oturmalarıydı. Günün yorgunluğunu erken yatıp üzerimizden atmak varken erken kalkacağımızı bile bile geç saatlere kadar muhabbet ediyorduk. İşin kötü yanı daha önce içmeyenlerde bile tütüne olan ilgi artıyor, gece içilen kahvelerde yalandan demlendiğimizi hissediyorduk. Sadece birbirimizi değil, gecenin sakinliğini ve esrarını dinliyorduk.
***
Sabah kalktığımızda hızlıca kahvaltımızı yapıp bizi bekleyen taksilere bindik. Buhara’dan ayrılmadan ziyaret edeceğimiz son bir yer kalmıştı:
***
Nasreddin Hoca…
***
Taksiciye, istasyona gideceğiz; ama öncesinde bizi Nasreddin Hoca’ya götürür müsün dedik. Taksicilere Özbekistan’da birkaç kez böyle taleplerde bulunduk; her defasında yüzlerini ekşitmeden, ekstra ücret istemeden isteklerimizi kabul ettiler. Hatta bizimle inip gezdiğimiz mekanlarda fotoğraflarımızı bile çektiler.
***
Evet, Nasreddin Hoca’nın Buhara’da ne işi vardı, bilmiyorduk.
***
Nasreddin Hoca ve buraların hâkimi Emir Timur’a dair Türkiye’den bildiğimiz bir hikâye vardı ki:
***
Emir Timur, Anadolu’ya gelirken meşhur savaş fillerini de beraberinde getirmiş ve savaş sonrasında fillerin beslenmesi görevini bölge halkının üzerine bırakmış. Malum filleri doyurabilmek zor. Bu hâlden muzdarip olan Akşehirliler, Hoca Nasreddin’e gelerek durumu anlatmış ve Hoca’dan Timur’la konuşmasını, kendilerini bu yükten kurtarmasını istemiş. Nasreddin Hoca bunu kabul etmiş, ama halkın da kendisiyle birlikte gelmesini şart koşmuş. Böylece anlaşmışlar.
***
Timur’un huzuruna varan Hoca: 
-Emirim, sizin bu filler var ya… biz ahaliyle konuştuk… diyerek arkasına dönmüş. Bir de bakmış ki arkasında kimse yok.
***
Duruma kızan Hoca, Emir Timur’a, ahalinin durumdan gayet memnun olduğunu ve hatta beslemek için bir fil daha istediklerini söylemiş. 
***
Acaba Nasrettin Hoca bunu söylemek için mi gelmişti Buhara’ya? Bunu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki: 
***
Kim ne zaman, kimler için, kimlerin karşısına çıksa, kimsesiz kalıyor hâlâ… 
***
Bir tarafta bütün kusurlarıyla halk, diğer tarafta kendilerini kusurdan münezeh kılan hükümdarlar...
***
Gerçi milletlerin hayatında liderler elbette önemli. Yadsınmaz. Onların varlığı göz ardı edilerek bir tarih anlatısı yapılamıyor. Napolyon’un, Fransız ve dünya tarihi için işgal ettiği yeri yok sayamayız; ama Tolstoy’un Savaş ve Barış’ta işaret ettiği üzere bu liderlere, komutanlara yüklenen büyük anlamlar, köylüleri, halkı, sıradan askerleri alabildiğine küçültüyor. Sanki liderlerin büyüklüğü halkın küçüklüğüyle orantılı.
***
Tarihi olarak Nasreddin Hoca Timur’la çağdaş mıdır, bu önemli değil. Burada büyük liderler karşısında halkın hikayelerine konu olmuş filozof, meczup sıfatında sivil karakterlerin çıkması önemli.
***
Büyük İskender karşısında: “Gölge etme başka ihsan istemez” diyen Diyojen; Harun Reşid’e karşı en sert eleştiriyi yapabilen Behlül Dânâ; Timur gibi Moğol yöntemlerini uygulamaktan çekinmeyen şedid bir liderin karşısına çıkabilmeye cüret eden Nasreddin Hoca…
***
Halk, bu liderlerin karşısında, kendi içinden sivil bir kahraman arıyor. Hükümdarın ve hükümdarlığın aslında çok da matah bir şey olmadığını dillendirecek sivil bir akıl...
***
Birgün Hoca, Timur’la hamamda yıkanırken Timur bir şiir okumuş: 
***
Pazar olsa köle diye satılsam, 
Kaç akçe verirler, 
Ederim nedir? 
***
Timur: 
- Hoca demiş, sahi, kaç akçe ederim?
Hoca: 
-Elli akçeden fazla değil, demiş. 
-Ne diyorsun demiş Timur, üstümdeki peştemal elli akçe eder! 
Nasreddin Hoca bir cesaret: 
-İyi ki üstünde o elli akçelik peştemal var, ya olmasaydı! 
***
Çekik gözlü, güler yüzlü Hoca Nasreddin’in eşeği üstündeki komik heykelinin önünde durup biz de güldük. Heykelin karşısındaki 17. asırdan kalan Nadir Devenbegi (Nadir Divan Bey) ve 16. asırdan Kukaldaş (Kökeldaş) Medreselerini vakit problemimizdem dolayı kısaca ziyaret ettik. 
***
Nadir Divan Bey Medresesi’nin ana cephesinde çinilerin ve bitki motiflerinin arasında otlayan geyik resimleri vardı. Üstlerinde ise kanatlarını açmış bir çift efsanevi huma kuşu etkileyici bir tarzda resmedilmişti.
***
Bu devlet-talih kuşu; derin anlamını, tasavvufun ve Farsçanın klasik eserlerinden Feridüddin Attar’ın Mantıku’t Tayr’ında bulmuştur. Bu mimarideki esinlenme de böyledir diye sesli düşünürken taksicimiz Ali Şir Nevâî’den bahsetti. 
***
-Biz Türkçeyi unutmuş, artık Farsça konuşan insanlarken; Ali Şir Nevâî bize Türkçeyi yeniden öğretti.
***
Farsçayla Türkçeyi karşılaştıran eser, Muhakemetu’l Lugateyn’den bahsediyorduk. Bunu bir taksiciyle konuşuyorduk, şaşırtıcıydı. Nevâî’nin Lisanu’t Tayr eseri de Attar’a nazire olarak yazılmıştı. Kültürün halka sirayeti ne kadar önemliydi.
***
Taksici, belki de Türk dizilerinin etkisiyle II. Abdülhamit'e dair kitaplar okumaktaydı. İstasyona yaklaştığımızda ihtişamlı bir Rus kilisesi de gördük. Yahudileri sorduk sonra. Yahudilerin bir zamanlar çok olduğunu ama ilk presidentin (başkan) hepsini gönderdiğini öğrendik.
***
İstasyona vardığımızda trenin hareket etmesine yarım saat kalmıştı. Rahattık, biletlerimiz hazırdı. Kontrol noktasını geçerek istasyon içerisindeki bekleme alanına eşyalarımızı bıraktık.
***
Ethem, sigara içmek için trenin bulunduğu kısma geçeceğini söyleyip kendi biletini istedi. Resul, profesyonel sporcuydu ve ona göre Ethem sigarayı içmiyor adeta yiyordu.
***
Ethem’e söylendi: 
-Çok içiyorsun. Biraz sabret, az sonra hep birlikte geçeceğiz zaten turnikeden… 
***
Ethem bu söylenmelere kulak asmayıp biletini aldı. Ve bilet kontrolü yapan kapıdaki görevliye yöneldi. 
***
Ethem’in kısa bir süre sonra telaşlı bir şekilde döndüğünü görünce gülerek sorduk: 
***
-Hayırdır, görevliler sigara içmene izin vermediler mi? 
***
-Vermediler abi, trenin olduğu kısma geçirmediler beni! 
-Biz sana dedik… On dakika sonra hep beraber geçeceğiz zaten. 
-Yok abi, bizim biletler bugüne değil, yarınaymış! O yüzden geçirmediler… 
-Nasıl yani? 
-Nasıl yarına!.. 
***
Ayaklanmıştık…
Herkesin şaşkın ve meraklı bakışları, başta Resul olmak üzere biletleri alan arkadaşlara yönelmişti. Programımızın aksamaması için her türlü tedbiri aldığımızı düşünüyorduk, ama en önemli şeyi unutmuştuk: Biletleri kontrol etmek… 
***
Yazılı, sözlü, takvimli, tercümeli… Güya işimizi sağlama almıştık. 
Bu nasıl olurdu? 
Ne yani… Buhara bizi yine bırakmayacak mıydı?

#nasreddin #diyojen #iskender #timur #ataturk #lenin #napolyon #behlul #ali #buhara #plan #program #tren #ismet

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.