

Yangın ve Kül Edilen Millet Olma Bilinci
Bir millet, millet olma bilincini ne zaman hisseder? Başka bir ifadeyle Türk milleti millet olmaklığını hangi vakitlerde duyumsar?
***
Okullarda post modern dönemin ruhuna uygun yapılandırmacı eğitim aldığı zaman mı? Askeri-siyasi vesayet tarafından ordu-millet anlayışının yerine, demode hale gelen militarizm veya popüler olan antimilitarizme yöneldiği zaman mı? İstiklal Harbi’nin nişaneleri olması ve millet hayatını tahkim etmesi gereken milli bayramların, millet üzerinde rejim tahakkümüne dönüştürüldüğünde mi? Yaşanan birtakım memnuniyetsizlikler karşısında milletin kendi duyarlılığı ve iradesiyle ortaya çıkması gereken toplantı, miting, protesto gibi eylemlerin yerine, bizzat devlet eliyle tertiplenen güdümlü etkinlikler esnasında mı? Ekranlardaki dizilerle çarpıtılan tarih, şovenist ve hamasi bir şekilde hikâye edildiğinde mi? Millet olma bilinci ne zaman hissedilir?
***
Türkiye’de milli eğitim, çok uzun zamandır millet yaşantısına fayda sağlamak yerine, büyük çoğunluğu en basit kabiliyetleri dahi edinememiş vasıfsız bir yığına dönüştürürken; çok küçük bir azınlığı ise liberal sistem içerisinde her geçen gün etkisini biraz daha artıran şirketlere uzman/personel olarak yetiştirmekle yetinmektedir. Diğer taraftan askeri vesayetin zayıflatılması gerekçe gösterilerek Türk milletinin tüm unsurlarıyla asker millet olma kimliği silikleştirilmiştir. Böylece makbul vatandaş; işini bilir, pasif ve sivil vatandaşa dönüştürülmüştür.
***
İzlenen siyasetle her geçen gün millet olma vasfını yitiren Türk milleti, kendi toprakları üzerinde edilgen hale getirilmek mi istenmektedir? Zira siyaset-sermaye ittifakı, sadece yönetime değil, milletin ülke kaynakları üzerindeki tasarruf hakkına da el koymaktadır. Millet; yurdunun ormanlarına, madenlerine, kıyılarına, yaylalarına… hasılı yer altı ve yer üstü bütün zenginliklerine yönelik kapitalist sömürüye karşı savunmasız bırakılmıştır.
***
Popülist bir dille millet iradesine ve egemenliğine sürekli vurgu yapılan son dönemlerde; milletin millet olma vasfı, vergi dairelerine ve oy sandıklarına indirgenmekte, politik iktidar karşısında millet iktidarı adeta iğdiş edilmektedir.
***
İşlerin yolunda gittiği(!), devletin her şeye yetiştiğini zannettiği dönemlerde milletin fail/özne olma iradesi geriletilirken, yaşanan afet, savaş gibi devletin tek başına güç yetiremediği olağanüstü durumlarda millet, kendini tabii olarak sahnede bulmaktadır. Bunun en güzel örneği İstiklal Harbidir. Düşmanın yurdun dört bir yanını işgal ettiği, devletin acziyet içerisinde kaldığı bir dönemde millet kararını vererek aziz vatanı düştüğü felaketten kurtarmak için ayağa kalkmıştır. Devletin sahip olduğu tüm imkanların ipotek altına alındığı bir demde, dönemin devletlüleri çareyi millete irca etmekte bulmuş ve millet, yurdun dört bir yanını saran işgal ateşini söndürmüştür.
***
Milletin kendini sahnede bulduğu durumun en yakın başka bir örneğini de 2023 yılında Kahramanmaraş ve civar illerde yaşanan deprem felaketinde gördük. Olayın büyüklüğü, sahip olunan imkanların yetersizliği ve ranta dayalı şehir politikaları sebebiyle devlet duruma müdahale etmede büyük bir zaafiyet yaşadı. Hal böyle olunca yıkılan binaların altında kalan insanları kurtarmak ve bölge insanının ihtiyaç duyduğu gereksinimleri karşılama işi Türk milletinin üzerine düştü.
***
Ne var ki millet, ancak bu gibi dönemlerde asli vasfını kazanıp işleri yoluna koymuşken; kompleksli baba rolüne bürünen devlet, kendisini doğuran millet karşısında üstenci tavrına her defasında geri dönmektedir. Bu tutum devleti güçlendirmek bir yana, milletle devlet arasındaki makası açarak devleti en güçlü dayanağı olan milletten uzaklaştırmaktadır.
***
Devletin milletle arasına koyduğu mesafenin en sıcak örneğini birkaç gün önce yaşadığımız olayda da tecrübe ettik. Taraklı’da başlayıp Bilecik’e kadar uzanan orman yangını özelinde gördüklerimiz üzerinden meseleyi yeniden okuyabiliriz. 27 Haziran’ın sabah saatlerinde başlayan ve hızla büyüyen orman yangını, yetkililerin müdahalelerine rağmen kontrol altına alınamamış, yangın geniş bir bölgeyi kuşatmıştır. Orman arazilerinin, birçok köyün ekim ve yaşam alanlarının zarar gördüğü olayda yetkililerin bütün çabalarına ve teknik donanımlarına rağmen yangının ilerleyişi önlenememiştir. Bu denli büyük bir afet karşısında sorumlu kurumların yetersiz kalması tabii olmakla birlikte, bütün inisiyatifi sadece kendilerinin üstlenmek istemeleri sistemsel bir problem olduğunu açığa çıkartmaktadır.
***
Nedir bu problem?
***
Problemin ne olduğunu ortaya koymadan önce aynı gün yaşanan başka bir örnek üzerinden şu parantezi açalım:
***
Bahse konu yangının çıktığı aynı gün içerisinde Taraklı merkezdeki tarihi Hisar bölgesinde bir yangın daha yaşandı. Tüm itfaiye birimlerinin orman yangınına gönderildiği bir zamanda başlayan bu yangına yöre halkı kendi imkanlarıyla müdahale etti. Mahalleli ve esnaf başta olmak üzere çevredeki sakinler; kazma, kürek, pet şişe, bahçe hortumu ve yangın tüpleriyle yangını büyümeden kontrol altına aldı ve sonradan gelen itfaiyenin soğutma çalışmasıyla büyük bir felaketin önüne geçildi. İnisiyatifin paylaşılması sayesinde devlet ve millet birbirini tamamlamış oldu.
***
Normalde devletin görmek istediği “makbul vatandaş” böyle bir durumda 112’yi arayıp sadece beklemeyi tercih etseydi, hızla büyüyen bu yangının önü alınabilir miydi?
***
Cevabı açık olan bu soruyu size bırakarak asıl probleme şimdi dönebiliriz.
***
Devlet uzun zamandır işlerini milletin varlığını görmezden gelerek yürütmeye çalışmakta… Elbette birtakım bürokratik işlemlerde millet görmezden gelinebilir, ancak hayat memat meselesi olan olaylarda milletin devre dışı bırakılması ve reflekslerinin törpülenmesi telafisi mümkün olmayan kayıplara neden olabilmektedir.
***
Bu duruma gerekçe gösterilen “profesyonellik ve uzmanlık” günümüzün tartışmaya kapalı ön kabullerindendir. Başarının, her alanda uzman kadroların teşekkül ettirilmesi ve gerekli teknolojik donanımlara sahip olunması ile sağlanacağına inanılmaktadır. Modernliğin dayatması odur ki hiçbir alan profesyoneli olmayanlara bırakılamaz. Bu kesin inanç, birçok olayda olduğu gibi yaşadığımız yangın hadisesinde de kendini bariz bir şekilde göstermiştir. Yangın henüz sınırlarına dayanmadan -geçmişteki orman yangınlarında olduğu gibi- önlem almaya çalışan köy halkına müsaade edilmemiştir. Başta can güvenliği olmak üzere muhtelif sebepler gerekçe gösterilerek üstesinden gelinebilecek asgari işlerden bile halkın el çektirilmesi ve işin tamamen uzmanlara havale edilmesi; milleti tefrite, devleti ifrata dönüştürerek süreci güdükleştirmiştir. Peki bu işin vasatı nedir?
***
Vasat, ortadadır:
***
Sevk ve idare tecrübesini geçmişten bugüne elinde bulunduran devlet, “topraktan öğrenip kitapsız bilen” Türk köylüsünün kabiliyetlerine geçmişte güvendiği gibi şimdi de güvenmek zorundadır. Özlemini duyduğumuz millet yaşantısını ve millet iradesini tahakkuk ettirecek olan da budur. Bir millet, başına gelen felaketler karşısında tüm unsurlarıyla bütünleştiği zaman, öncesinde ortaya atılan suni ayrışmaları paramparça eder. Çünkü millet, öz savunmasını yaparken her seferinde kendisini inşa eder. Türk tarihindeki bütün destanlar felaketlerden sonra ortaya çıkmıştır. Devlet ile millet arasındaki mesafenin en aza indiği böylesi dönemlerde kadın erkek, genç yaşlı herkes kendini, milletin ve devletin varlığını idame ettirebilmek için aynı cephede bulmuştur. Böyle dönemlerde cephe hattı sadece uzman/profesyonellere bırakılamaz. İşte tam da bu sebepten, milletin öne çıkma iradesi örselenmemeli; zor zamanlar milletin bu iradeyi ayakta tutmasına, hatta küllerinden yeniden doğmasına vesile kılınmalıdır. Eğer devlet, milletin, yapabilme kudretini, millete olağan hallerde kullandırtmaz ise; yarın bıçağın kemiğe dayandığı olağanüstü durumlarda beklenen karşılığı milletten bulamayacaktır.
***
Korkumuz odur ki böyle bir durumda, millet, küllerinden bile doğamayacaktır.