Ya Âhirimiz Ya Âhiretimiz Filistin (46)

Mustafa Özbilge'nin yeni yazısı yayında.
Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge
Yayın: Güncelleme:

Ünlü Dahav kampının yakınından geçtim
Nazilerin bir akşamüstü.
Bin dokuz yüz yetmiş dörttü.
Şubattı.
Dahav sis içindeydi.
Şubatta kar kalın olur bu karanlık kuzey ormanlarında.
(…)
Dahav, sis içindeydi.
Birdenbire bir koku!
Fırınlanmış insan eti kokusu.
Birdenbire bir yanık, çığlık yanığı.
Birdenbire seni andım Yahudi.
Soluyan bir kara dağdı Dahav’la aramızda
Dahav’la aramızda: yani seninle.
Senin etin, senin acın,
Ve senin çığlığınla
Aramızda bu karanlık ormanlar.
Dahav’ın öbür yüzü Filistin.
(…)
Birdenbire seni andım Yahudi.
Kızarıp tutuşması çıplak derinin;
Yağın cızırdaması,
Cızırdayıp parlaması bir anda,
Patlaması pıtır pıtır gözlerin.
Yani senin gözlerinin Yahudi.
Ve kanın çıldırması.
Zincirini dişlemesi yüreğin:
Yani senin yüreğinin Yahudi.
Deri kemik saç tırnak
Sevgi nefret umut özlem düş gerçek.
Yâni nesi varsa insanoğlunun
Çığlık çığlık yanması tutuşarak.
Yani yanıp kül olması çığlığın

Birdenbire seni andım Yahudi.
Seni andım birdenbire
ve kanayan Filistin’i.
Dahav’ın öbür yüzü Filistin.
(…)
Sen bir Nazi kurbanıydın Yahudi.
Fırınlanmış çığlıktın.
Sardı acın dünyamızı yıllarca.
Kara bir duman gibi acı çektim seninle Yahudi.
Başkaldırdım senin için Nazi kasaplarına.
Tükürdüm suratlarına Nazi kasaplarının.
Savundum seni;
(…)
Şimdi artık hepsi boş.

Bir Filistin cellâdısın şimdi sen Yahudi.
Bir azgın emperyalizmin kanlı elisin.
Savunamam seni artık Yahudi.
Sevemem seni artık;
Çirkinsin sen, kötüsün sen, pissin sen.
Sırtlana dişlettiği etini
Güvercinden kopartmak isteyensin.
Andıkça şimdi seni, öğüresim geliyor
Dahav’ın öbür yüzü Filistin.


Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “Dahav’ın Öbür Yüzü Filistin” şiirinden bazı mısraları alıntıladım. Bunu yapmamın sebebi, şiirin başında (evvel), nazilere karşı toplama kampındaki Yahudilerin savunulması, sonunda (âhir) ise Yahudilere karşı Filistinlilerin yanında olunmasıdır.

Kendi yağımızla kavrulduğumuz şu dünyada ötelere dikkat kesilmek nedendir? Nedendir sabah işimiz, akşam dönüşte bizi bekleyen sıcacık evimiz varken, evladüıyal arasında, yediğin önünde yemediğin arkanda iken, nedendir uzaklara bakıp kalakalmışlığımız?

Geriye (evvel) dönmemiz mümkün değilken sonumuzun (âhirimizin) bizi beklediği gerçeği, aklı başında hiç kimse tarafından reddedilmiyor şimdilik. Âhir deyince hemen öbür dünyaya gitmeyelim. Yaşadığın köyün, kasabanın, şehrin ötesi olan âhir de var.

Sadece kendi köyümüzle değil; başka köylerle, şehirlerle ülkelerle ilgilenmemiz, oralardaki insanları magazinsel meraktan izlerken bile daha derinlerde bir varlık olarak kendi endişemizden takip etmemiz, yer etmiş bir korkunun tezahürü olsa gerek. Var olmak ve yok olmak salınımı arasında başkalarını (âhar) gözlemek…

İnsan olmak itibariyle ortaklarımızın halini bilmek kendimizi bilmeye bir yoldur. Dünyanın herhangi bir yerindeki kötü de iyi de bir açıdan beni temsil eder, yani türdeşimi. Onun yaptığı bütün iyi ve kötüleri, kendimin de yapabilme potansiyeli olduğu müddetçe (yaşam), ilgi alanımın içerisinde yer alırlar. Bunu insan çeşitliliğini yansıtmak açısından, kurgu düzleminde en iyi roman ve tiyatro gösterir.

En iyi insan da en kötü olan da sensin. Kahraman, korkak, cani, müşfik, kadın, erkek, genç, ihtiyar… Maruz bırakan da maruz bırakılan da… Bu sebepten ister yakın, ister uzak olsun; insanları takip ediyoruz. Coğrafyalarını, kültürlerini, gelişimlerini, olaylarını, devletlerini…

Olumlu ya da olumsuz, onların bugününün, bizim yarınımız (âhirimiz) olabileceği uyanıklığında olmak bir varlık kaygısıdır. Ötemizdeki bolluğun da kıtlığın da uzak olamayacağı, küresel çağ denen şeyde, özellikle de pandemi deneyinde daha açık görüldü. İnsanlar, herhangi bir çağda, pandemide yapıldığı gibi bu kadar birbirinden uzaklaştırılıp bu kadar yakınlaştırılmış mıydı? Bilmiyorum.

Gerçi teknolojinin mucizesi bu. En yakına getirip en uzağa dönüştürmek… En yakınındaki organizmayı öteletip uzaktaki sanal gerçekliği yakınmış yanılsamasıyla onun tahtına oturtmak.

Bu dünyada dikkat kesildiğimiz mekân olarak âhir’imizle; ötedünya denen âhiretimiz arasındaki münasebeti ben yine Nasreddin Hoca’nın bilgeliğinden yola çıkarak anlamaya çalışacağım:

Çevresindekiler Nasreddin Hoca’nın her şeyi bildiğini var sayarlar. Bunun için de ona zaman zaman hayli güç sorular sorarlar. Yine günlerden bir gün sohbet arkadaşları Hoca’ya şu soruyu sormuşlar:

-Hocam dünya kaç arşındır?

Herkes Hoca’nın cevabını merakla bekler. Hoca sakalını sıvazlar, etrafına bakar. Gözüne o sırada oradan geçmekte olan cenaze çarpar. Eliyle cenazeyi gösterip:

-Bu soruyu bana değil, ona sorun der. O bilir. Bakın, ölçmüş biçmiş gidiyor.


Bu dünyanın kaç arşın olduğunu merak etmek, yaşamış olduğumuz yerin ötelerine (âhir) merak salmak demektir. Fakat bu merakın mahiyetini bu dünyada kalarak tam olarak bilmemiz mümkün müdür? Hoca, ölüye işaret ediyor. Çünkü cenaze, dünyanın dışına çıkarak (âhiret), başka bir ölçüyle burayı ölçebilme imkânına kavuşmuştur artık. Ya da bu dünyada işe yarayan ölçünün ahirette işe yaramadığını fark etmiş olabilir.

Ölünün fark edip etmediğini nereden bileceğiz demenin bir anlamı yok. Çünkü ölülerin arşına ihtiyacı olmadığını diriler de bilir. Nasreddin Hoca da kendisine soru soran güya uyanıkları, cenazenin şahitliğiyle uyarıyor. Neyi, niçin ölçeceksiniz? Bu ölçümden muradınız nedir? Bir nevi yaşayan ölüleri, nüktesiyle silkeliyor.

Şimdi bizim yaşadığımız yerin uzağında olan (âhir) yerlerle insan olmak hususiyetimiz noktasında alakamızın ne olduğu (mahiyeti), âhiret hayatımızda açığa çıkacaktır. Yani dünyadaki ölçümüzü belirleyecek şey ahirete dair tutumumuzdur. Böyle bir şeyin açığa çıkacağını yani âhiretin olduğuna inandığını söyleyen birinin, bulunduğu ülkenin uzağında (âhir) olan Filistin’in uzak olmadığını bilmesi icap eder. Filistin’de yaşananları yadsıyıp inkâr etmek, umursamamak, onun aleyhinde ticari işlere girişmek kişiyi âhiretine münkir bir duruma düşürebilir.

Peki, âhireti inkâr eden; fakat Filistin’e son derece duyarlı, fedakâr birine ne diyeceğiz? İnanıyorum ki ilahi adalet, bu insanlardaki mazluma duyulan ilgiye, zalime duyulan nefrete bakacak; bu insanları, kendileri gibi âhirete inanmayan; fakat Filistin’de olanları da umursamayan katı kalpli insanlardan çok kesin biçimde ayıracaktır. Başkalarının (âhar) acılarına ortak olanlar, ortak olmayanlardan, direnişe destek olanlar, kötüye arka çıkanlardan tefrik edilecek.

Ülkesinin uzağında (âhirinde) olan herhangi bir yerin, âhiretten daha uzak olamayacağını bilmek dünyayı küçültür. Bu dünyadan başka bir dünyaya (ölüm/ahiret) gitmek yani dünya değiştirmek insana o kadar yakınken dünya içerisinde herhangi bir yerin, bize bundan daha uzak olması mümkün değil. Bu durum, bize yabancı görülen yerleri, insanları, dilleri yakın ve anlaşılır kılar. Ötemizde olan bir kıta, ötedünyadan yakındır bize. Bizim ayakkabı bağcığımıza olan yakınlığımızdan da yakındır.

Bu, teknolojik bir oyun da değildir. Bu, varolmak ve varlığı idame ettirmek noktasındaki henüz bozulmamış bir müştereğimizdir. Oysa insanın insanla kuracağı bağdan korkanlar, insanı insan olmaktan çıkarmanın yollarını (transhumanizm) deniyorlar. Böylece kendi denetimlerinde olacak başkalaşmış insanın, bir başka insana (âhar) bağımsız olarak yaklaşmasının imkânını bırakmayacaklardır.

Filistin’in kurtuluşu, insanın geleceğinin kurtuluşu için belki son dönemeçtir. Filistin’de birleşemeyen kim varsa yarı insan, yarı robot olmaya kurulmuş cyborgluğa razıdır. Zaten kitlelere, Filistinlileri terörist, İsrail’i meşru devlet göstererek medya üzerinden yapılan propaganda hipnozu, Müslümanlar üzerinde dahi epey mesafe kat etmiştir.

Buna karşı Filistin; bütün kıtaları, bütün okyanusları, bütün insanları yanı başında toplayan bir âhirdir. Dünyanın âhirete yakınlaşmasını sağlayacak bütün bir sahnedir. Hasan Hüseyin’in şiirindeki: “Sırtlana dişlettiği etini / Güvercinden kopartmak isteyensin” dizeleri, meselenin öncesi (evveli) ve sonrasını (âhiri) bilmek noktasında bizi teyakkuzda kılar.

Türkçeden Kur’ân’a, Kur’ân’dan Türkçeye kelimeler başlıklı çalışmamızın 46’ncısı olarak ele almaya çalışacağımız âhir kelimesine eğilmemiz, evvelimizle âhirimiz arasındaki irtibatı kurmak açısından bir denemedir.

“Bir şeyi geciktirmek, ertelemek, engel olmak manasındaki ehara/ehhara kökünden gelen âhir kelimesi Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te şu anlamlara gelir: “Son; sonunda, âkıbet, nihâyet; bir evveli olmadığı gibi bir sonu da olmayan, her şeyden sonra kalacak olan, mânâsında esmâ-i hüsnâdandır.”

Hadid Suresi 3. Ayette, âhir kelimesi şöyle geçer:

“Huve-l-evvelu vel-âhiru ve-zzâhiru velbâtinu ve huve bikulli şey-in ‘alîm.”

(O, ilk ve sondur. Zâhir ve Bâtın’dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir).

Kelime, Ümmî Sinân’ın bir beytinde şöyle geçer:

Âhir zamân dervîşine aldanma sen Ümmî Sinân
Küfrün imân bilür sanma îmânını küfre sayar


“Son, sonuncu, en sonra olan” manalarındaki ahîr kelimesi de aynı kök üzeredir.

Şeyhülislam Yahya’nın bir beytinde şöyle geçer:

Ahîr gülün gurûrı helâk ide bülbüli
Pervâneyi oda yaka şem`ün tegafüli


(Gülün gururu, bülbülü en sonunda helâk eder; küçük kelebeği ateşte yakan, mumun anlamazlıktan gelmesidir).

“Başka, diğer” manasındaki âhar kelimesi de aynı kök üzeredir.

Tevbe Suresi 129. ayette kelime şöyle geçer:

Ve âharûne-’terafû bizunûbihim haletû ‘amelen sâlihan ve âhara seyyi-en ‘asallâhu en yetûbe ‘aleyhim innallâhe ġafûrun rahîm.”

(Diğer bir takımı ise günahlarını itiraf ettiler ve iyi bir amel ile diğer bir kötüyü karıştırdılar, ola ki Allah tevbelerini kabul ede, çünkü Allah gafurdur, rahîmdir).

Âhar kelimesi Ümmî Sinân’ın bir beytinde şöyle geçer:

Her kişi bir bahre gavvâs oldı bir mercân satar
Hayretin bahrından âhar bana ‘ummân olmasun

(Her kişi bir denize dalgıç oldu bir mercan satar; senin hayret denizinden başka bana umman olmasın).


Âhiret kelimesi de aynı kök üzeredir. “Ölümden sonra gidilecek olan âlem, öbür dünya, bekā âlemi” manalarına gelir. “Sevap kazanmak maksadıyle küçükten eve alınıp büyütülen kız çocuğu, evlâtlık, besleme; âhiret kardeşi” manalarına gelen ahretlik kelimesi ise Türkçede türetilmiş bir kelimedir.

Bakara Suresi 130. ayette âhiret şöyle geçer:

“Vemen yergabu ‘an milleti ibrâhîme illâ men sefihe nefsehu velekadi-stafeynâhu fî-ddunyâ ve-innehu fi-l-âhirati lemine-ssâlihîn.”

(Kendini bilmeyenden başka İbrahim’in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, biz İbrahim’i bu dünyada seçkin kıldık. Şüphesiz o âhirette de iyilerdendir).

Şeyhülislam Yahya’nın bir beytinde kelime şöyle geçer:

Ben ol serv-i revâna âhiret hakkın helâl itdüm
Kıyâmetde dahı rencîde-hâtır olmasun benden


(Ben o servi boylu sevgiliye âhiret hakkını helal ettim; kıyamette dahi benden gönlü kırılmış olmasın).

Uhrâ kelimesi de aynı kök üzeredir. “Başka, diğer, âhar” manalarına gelen kelime, Âl-i İmran Suresi 13. ayette şöyle geçer:

“Kad kâne lekum âyetun fî fi-eteyni-ltekatâ fi-etun tukâtilu fî sebîlillâhi ve uhrâ kâfiratun yeravnehum misleyhim ra/ye-l’ayni vallâhu yu-eyyidu binasrihi men yeşâu inne fî zâlike le’ibraten li-ulî-l-ebsâr.”

(Şüphesiz, karşı karşıya gelen iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu. Öteki ise kâfirdi. (Onları) göz bakışıyla kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah da dilediğini yardımıyla destekliyordu. Basireti olanlar için bunda elbette ibret vardır).

Uhrâ kelimesi Edirneli Nazmî’nin bir beytinde şöyle geçer:

Âkil olan gâfil olmaz gözler uhrâ cânibin
El çeker dünyâdan ol çekmez ebed el gayretin


(Akıllı kişi gafil olmaz, öteki dünya tarafını gözler; dünyadan el çeker, elin gereksiz işlerinin derdini kesilikle çekmez).

“Âhirete âit, öbür dünya ile ilgili” manalarına gelen uhrevî kelimesi de aynı kökten gelir. “Âhiretle ilgili olmaya” uhrevilik; “ahiretle ilgli şeylere” uhreviyat denir.

Mehmet Âkif Ersoy’un bir mısraında kelime şöyle geçer:

Ne sada var, ne bir yürür bidâr (uyanık);
Uhrevî bir sükûn içinde civar

“Erteleme, sonraya bırakma; gecikmiş olarak”
manalarına gelen tehir kelimesi de aynı kök üzeredir.
Kelime Nuh Suresi 4. ayette şöyle geçer:

“Yağfir lekum min zunûbikum ve yu-ahhirkum ilâ ecelin musemmân inne ecelallâhi izâ câe lâ yu-ahharu lev kuntum ta’lemûn.”

(Günahlarınızdan size mağfiret buyursun ve sizi müsemma bir ecele kadar te'hîr eylesin, muhakkak ki Allah’ın takdir eylediği ecel gelince te'hîr olunmaz, eğer bilseydiniz)!

Te’hîr kelimesi şair Nedim’in bir beytinde şöyle geçer:

Tîr-i gam-ı katlime memnûnum ki te'hîr etmesin
Tek tesellî hâtır-ı vîrânı taʿmîr etmesin


(Gam oku tarafından öldürülecek olmaktan memnunum, bu kararı ertelemesin; tek tesellim şu ki viran gönlümü tamir etmesin).

“Geriye kalma; gecikme” teahhur kelimesi de aynı kök üzeredir. Fetih Suresi 2. ayette kelime şöyle geçer:

“Liyaġfira lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike vemâ teahhara ve yutimme ni’metehu ‘aleyke ve yehdiyeke sirâtan mustekîmâ.”

(Tâ ki, Allah senin için günahından, geçmiş ve sonraya kalmış olanı mağfiret etsin ve senin üzerine nîmetini itmam buyursun ve seni dosdoğru bir yola iletsin).

Kelime Tevfik Fikret’in bir mısraında şöyle geçer:

Bir kavmi çiğnemekle bu gün eğlenen denî
Bir lâhza-i teahhura medyun bu keyfini!


(Bir kavmi çiğnemekle bu gün eğlenen alçak; bir anlık gecikmeye borçlu bu keyfini).

“Sonra gelen, sonraki” manasındaki müteahhir kelimesi de aynı kök üzeredir. Murteza Bedir’in İslam Ansiklopedisi’ndeki makalesinde kelime, kavramsal açıdan şöyle geçer:

“Mütekaddimîn ve müteahhirîn ayırımının, gerçekte dönemlere ayırma ihtiyacının ötesinde bir ilmin mütekaddimîn devri içinde yer alan âlimlerin ve eserlerinin müteahhirîn dönemindekiler üzerinde kurduğu otoriteye vurgu yapma gibi bir anlam taşıdığı söylenebilir.”

Muahhar kelimesi de aynı kök üzeredir. “Tehir edilmiş, geriye bırakılmış, sonradan olmuş, sonraki; kıç, makat”
manalarına gelen kelime Ahmedî’nin bir beytinde şöyle geçer:

Zamân-ıla mu’ahhar geldi lîkin
Kamudan oldı rütbede mukaddem


(Zaman olarak sonradan geldi lakin rütbede herkesten önce oldu).

Muahhir kelimesi de aynı kök üzeredir. “Dilediğini bir hikmetten dolayı sonraya bırakan, erteleyen anlamında esmâ-i hüsnâdan” olan bu kelime, Hz. Peygamber aleyhisselamın bir hadis-i şerifinde şöyle geçer:

“Allahım! Önce yaptığım, sonra işleyeceğim, gizlediğim, açığa vurduğum günahlarımı affet, öne geçiren de (mukaddim) geride bırakan da (muahhir) sensin, yegâne mâbud yine sensin”

Şimdi bütün bu kelimelerden sonra Yûnus Emre’nin şu mısralarına bakıp düşünelim:

Evvel benim âhır benim canlara can olan benim
Azıp yolda kalmışlara Hızır meded eren benim

Bir karâra tuttum karar sırrımı benim kim duyar
Gözsüz beni kaçan görür gönülde gizlenen benim

Yunus değil bunu diyen kendiliğidir söyleyen
Kâfirdirür inanmayan evvel âhir heman benim


Bu şiirin ilk mısraı, Hadid Suresi 3. ayette geçer. “O ilk ve sondur.” Allah, varlığının sonu (âhiri) olmayandır. Önceyi de sonrayı da belirleyen O’dur ve bu belirleyişte bizim zaman ve mekân ölçülerimizin dışında bir ölçüye sahiptir. Şiirdeki; yolda kalmışlara Hızır, meded, eren olması onun evvel ve âhirliğiyle ilgilidir. Çünkü evveli rahman, âhiri rahîmdir O’nun.

Bir karara yani ölçüye tuttum karar derken o ölçü, Nasreddin Hoca’nın fıkrasında işaret edildiği şekliyle burada anlaşılması kolay bir ölçü değildir, sırdır. Dünyada yaşayanların gözsüzlerin bunu duyması kolay değil, ama gönül gözüyle bakanlar ya da ahirete gidenler bunu duyabilir. “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanır.”

Son yedi aydır, binlerce ölüden değil, on binlerce ölüden bahsediyoruz artık Gazze’de. Âhirete göç eden insanlar bunlar. Bu dünyadan, ötedünyaya giden… Dünyanın içerisindeki herhangi bir yer, âhiretten uzak olamaz. Gazze, dünyanın hiçbir yerinden âhirete olan uzaklıktan daha uzak mesafede değildir.

Bu sebepten Filistin meselesi biz insanlar için mesafeleri göz önünde tutarak sonraya (tehir) bırakılamaz. Uhrevî hayatımızın akıbeti (âhir), başkalarının (âhar) durumuyla doğrudan ilgili olması bir öncelik meselesidir (evvel). Coğrafya, ırk, dil, kültür, mesafe bunu geriye (muahhar) bırakamaz. Böyle bir hesap, öncelik sonralık açısından hatalıdır. Âhiret (ölüm), bize çok yakındır. Bu dünya, âhiretten daha yakındır. Filistin bu dünyada bir yerse Filistin bize âhiretten de yakındır.

Dünya kelimesinin, “en yakın” anlamındaki “edna” kelimesiyle ilişkisini düşünerek bunları yazıyorum. Âhiretin dünyadan hayırlı olması, ahireti düşünerek bu dünyadaki birtakım şeylere kendimizi katmamıza, birtakım şeylerinse dışında kalmaya gayret göstermemize bağlı bir durum.

Filistin’de olanlar politik, ekonomik, etnik, dini bir mevzu derseniz buna kimse itiraz edemez. Fakat bu politik, ekonomik, etnik, dini mevzunun hem dünyadaki ahirimizle (akıbet) hem ölüm sonrasındaki akıbetimizle (ahiret) irtibatını kuramamak bu dünyayı (yakın olanı) anlamsızlaştırır. Politik aymazlık, İsrail’in ve dünya sisteminin yeryüzünde yapmaya çalıştıklarını görememektir. Gaflet ise İsrail’in ve dünya sisteminin yapmak istediklerinin ahiret hayatımızda bir karşılığının olmadığını sanmaktır.

Adalet arayışı, insanın fıtratında içkindir. Filistin’e bakarak fıtratında olanı harekete geçiren insanlar, dünyanın her yerinden Filistin’e ses vermektedir. O ses, o insanların ruhlarında hoş bir seda olarak yer edecekken sessizlik hem bu dünyada hem ahirette pişmanlığa dönüşecektir.

Filistin’e bakarak İslam’ı seçen insanların Müslümanlaşması; fıtratın, Filistin’deki insanların direnişinde tecessüm etmesiyle bağlantılıdır. Geçici bir dünya için değil, ebedi bir hayat olan âhiret için direnen Filistinliler, insanlarda dünyayı sorgulamaya ve fıtrata dönmeye neden oldu. Başlangıca akıl erdiremeyen birçok tanrıtanımaz felsefe, Filistin’deki müminlerin anlamlı sonu (âkibetin/ahiretin) üzerinden başa (evvel/mebde/yaratılış) kulak vermek durumunda kalır.

Yahudilik, âhiret inancının belirsiz, silik olduğu bir inançtır. Oysa âhiret, sorumluluktur, hesaplaşmadır. Bugün Filistin’de olanlarsa sorumluluğun tezahür etmesi gereken en açık vakadır. İnsanların dünyadaki servet ve siyasi mevki düşkünlüğü bu sorumluluğu göz ardı ettiriyor. Müslüman Türkiye’de bunu yedi aydır gördük. Hâlbuki bu sorumluluğu tehir etmek dahi afettir. Filistin’deki sorumluluğunu bilenler, kalplerinde mutlak adaletin (âhiretin) arayışı içerisinde olanlardır. Kimin bulup bulmadığını ise âhirette göreceğiz.

Dünyaya tanrılık etmek isteyen iktidarların ahiret hesabından önce, dünyada hesaba çekildiği yer Filistin’dir. Âhirete giden her bir şehit bu hesaplaşmanın şahidi oldu. Küfrünü iman bilenlerin, kendi kâfirliklerini tekfir etmesini beklemek küfürden merhamet dilenmektir.

Âhir zamân dervîşine aldanma sen Ümmî Sinân
Küfrün imân bilür sanma îmânını küfre sayar

#ahir #ahiret #tehir #nasreddin #uhrevi #cografya #irk #dil #olum #evvel #dahav #yahudi #filistin

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.