Semerkant: Bir Düş Gecesi (Türkistan Notları-5)

Mustafa Özbilge ve Gürhan Korkmaz'ın birlikte kaleme aldığı yazı dizisinin 5'incisi yayında.
Mustafa Özbilge Mustafa Özbilge
Yayın: Güncelleme:

Yolculuğu devam edecek olan Karakalpakistanlı arkadaşlara veda ederek akşamüstüne doğru trenden indik.
***
Artık Semerkant’taydık.
***
İstasyonun dışında müşterilerini bekleyen taksicilerden biriyle pazarlık yaparak Damas marka araca bindik. Balık istifi bindiğimiz bu küçücük minibüse eşyalarımızla birlikte sığmak hiç de kolay değildi. Bütün bu mücadele sıradan bir mahalle camisi olan Damarik Mescidi’nde ikindi ve akşam namazlarını kılmak içindi. Zira istasyonda ve çevresinde namaz kılınabilecek ne bir mescit ne de bir cami bulunmaktaydı.
***
Semerkant’ın merkezine uzak bir bölgede bulunmasına rağmen bu caminin bulunduğu mahallenin intizamlı bir yapısı vardı. Ancak bu, şehir merkezlerinde gördüğümüz planlı Rus şehircilik anlayışına benzemiyordu. Daha geleneksel bir yerleşim düzenine hâkim olan bu sokaklarda bulunan çoğunlukla tek katlı, geniş avlulu bitişik düzendeki evlerin hiçbiri birbirine galebe çalma yarışı içinde değildi.
***
Kapı önlerinde oturan kadınlar, ip atlayan, top oynayan çocukların çığlıkları arasından değneklerine dayanarak namaza yetişmeye çalışan ihtiyarlar, damlardan atlayan kediler, yol boyunca uzayıp giden meyve ağaçları…
***
Herkesin herkesi tanıdığı bu mahallede namaz çıkışı yanımıza yaklaşan orta yaşlarda biri gayet düzgün bir Türkçeyle “hoş geldiniz” dedi. Konya’da bir asansör şirketi olan ve işleri sebebiyle sık sık Türkiye’ye giden bu Özbek iş adamından mahalleye dair bilgiler aldık. Bu arada Haşim’in telefonundaki uygulamadan çağırdığı taksileri beklerken camiden en son çıkan imam, bizleri evine davet etti. İmamın bu nazik teklifine teşekkür ederek otelin yolunu tuttuk.
***
Canlı müzik seslerinin yükseldiği eğlence mekanlarının arasında bulunan Rusların işlettiği otele vardık. Konaklayacağımız bu yeri, Haşim’in bir tanıdığı vasıtasıyla bulmuştuk. Rusçadan başka dil konuşmayan lobidekilerle, ne Türkçe ne de İngilizce anlaşabiliyorduk. Bu sebeple uzayan otel kayıt işlemlerini otel bahçesindeki bar tabureleri üzerinde bekledik.
***
Bekleyiş uzadıkça hem sıkılıyor hem de içeri girip çıkan garip giyimli otel müşterilerinin tavırlarından işkilleniyorduk. Buna bir de Özbekistan’da yabancılara uygulanan ikamet yeri gösterme zorunluluğuna ilişkin problem de eklenince keyfimiz iyice kaçmıştı.
***
Kendimizi bir an önce otele atma isteği, henüz odalarımıza girmeden bir an önce kendimizi otelden dışarı atma isteğine dönüşmüştü. Ekipteki arkadaşların bir kısmı söylenmeye başlamıştı bile. Bunun üzerine kayıt ve ikamet işlemlerini halletmek üzere Haşim’i otelde bırakarak taksilerle Registan Meydanı’na gitmeye karar verdik.
***
Registan Meydanı'na gelmemize rağmen ekipteki huzursuzluk hâlâ devam ediyordu. Grubun en uyumlu üyesi Selami, homurdanıyor; gözleri kan çanağına dönen Ali, bitkin ve suskun; içtiği suya sürekli protein tozları ekleyen Resul’ün heybetli omuzları düşmüş vaziyette... Stres içerisindeki Serkan ise biten sigarasını söndürmeden bir diğerini yakıyordu. Anlam veremediğimiz bu garipliklerin sebebini nihayetinde bize Ethem fark ettirdi:
***
-Abiler, ekip sabahtan beri ağzına bir şey koymadı.
***
Eyvah!.. Yemek yemeği yine unutmuştuk.
***
Artık ilk işimizin yemeğe gitmek olduğunu söyleyince ekipteki herkesin gözleri yeniden parladı. Yemek yiyeceğimiz mekânı bulma vazifesi Ethem, Resul ve Ali’deydi.
***
Geç saatte vardığımız şehir merkezinde restoranların çoğu kapanmıştı. Arkadaşların bulduğu mekâna vardığımızda bizi alışılmışın dışında bir konsept karşıladı. İç ve dış mekândan oluşan bu restoranın bahçesinde yer alan yüksek sedirlere kurulduk.
***
Bahçenin her yerine büyüklü küçüklü kafesler yerleştirilmişti. Bu kafeslerde farklı türlerdeki papağanlar, muhabbet kuşları, kanaryalar, kargalar, keklikler, serçeler ve adını bilmediğimiz kuş türleri yanında; sincap ve tavşan gibi kemirgenler de yer almaktaydı.
***
Garsondan şaşlık (şişlik), Özbek pilavı, mantı ve Semerkant ekmeği istedik. Siparişlerimizi anladığını düşündüğümüz genç garson, her defasında ya eksik ya fazla bir şeyler getiriyordu masaya. Salata istiyorduk, yoğurt getiriyordu. İki şiş istiyorduk üç şiş getiriyordu. Son olarak siyah çay yerine yeşil çayı da getirince arkadaşların bir kısmı dayanamayıp söylenmeye başladı. Bir kısım arkadaşlar da bunu kendi aralarında bir eğlenceye dönüştürmüştü.
***
Garsonla aramızdaki anlaşmazlığın bir dil problemi olduğunu düşünsek de vakit ilerledikçe durumun bu genç adamın acemiliğinden, belki bönlüğünden kaynaklandığına karar verdik.
***
Karar vermek ne kadar kolay!..
***
Bilmiyorduk!..
***
Görünen acemiliğin ve bönlüğün arkasında neler olduğunu bilmiyorduk. Çok değil, ertesi gün unutamayacağımız bir tecrübeyle öğrenecektik gerçeği.
***
Yorgunduk… Uykusuzduk… Fakat geceyi bitirmek istemiyorduk.
***
Kısa bir yürüyüşün ardından vardığımız Registan Meydanı çarpıcı güzelliğiyle hepimizi büyülemişti. Burayı saatlerce seyredebilirdik. Şanslıydık. Meydanın yanı başında ulu çınarların arasında ilerlemiş saate rağmen açık bir kahveci duruyordu.
***
Oturduğumuz masadan baktığımızda Uluğ Bey, Tilla Kari ve Şirdor medreselerini görebiliyorduk. Neler konuşulmuş, hangi meseleler çözülmüştü bu mekanlarda? Çözemedikleri meselelerini kime, nereye taşımışlardı bu mekanlardan?
***
Âlim değildik, ama bizim de buralara kadar taşıdığımız birçok mesele vardı aklımızda.

Mesela sınırlı kaynaklardan sınırsız kazancı nasıl elde edebilirdik?
***
Zeytin ağaçlarını kesip yeni maden sahaları açarak ve o madenleri de yabancı şirketlere altın tepside sunarak mı? Yanan orman alanlarını turizme açarak mı? Ve bütün bunlar olurken doğamızı çıkarılan İklim Kanunu’yla mı koruyabilirdik?
***
İşgal her yerdeydi. İşgal sadece Filistin’de miydi? Her şeyin her şeyle bir ilişkisi vardı. Kazanç sınır tanımıyordu. Filistin’i işgal edenler, işgale destek olanlar, göz yumanlar kendi toplumlarını farklı söylemlerle motive ederken, uluslararası ticaretin küresel dilinde birleşiyorlardı. Şu hâlde abluka nasıl kalkacaktı?
***
Binlerce kilometre uzakta, Registan Meydanı’nda, Uluğ Bey, Tilla Kari ve Şirdor medreselerinin yanı başında meselemiz yine Türkiye’ydi.
***
Gece ilerliyordu…
***
Yürüyerek otele doğru yola çıktık. Geniş caddelerin, büyük bahçelerin arasından geçerken dünyanın üç büyük “Sahipkıran”ından biriyle karşılaştık.
***
Emir Timur…
***
Cengiz Han’dan sonra Orta Asya’da en geniş topraklara sahip, yenilmez büyük hükümdar…
***
Bize; Ankara Savaşı, Yıldırım Beyazıt’ın esareti ve Fetret Devri üzerinden ona dair olumsuz ve karikatürize edilmiş bir tarih anlatısı sunulmuş olsa da bu topraklara geldiğimizde Timur’un gerçekten ne kadar büyük bir hükümdar olduğunu, sadece dönemi ve sonrasındaki eserler üzerinden dahi anlamamız hiç de zor olmadı.
***
Gecenin karanlığı ve sessizliği içerisinde Emir Timur’un Makber’i (Türbe) yıldız gibi parlamaktaydı. Bu yapının sahip olduğu ışıklandırma, mukarnaslardaki ayrıntıları belirginleştirerek daha estetik kılıyordu. Türbeye yaklaştıkça göz alıcı bu masalsı manzara karşısında adeta efsunlanmıştık.
***
Görkemli taç kapıda herhangi bir görevli yoktu ve kapı açıktı. İçeride mavinin her tonunu; çinilerin, hatların üzerinde, kubbeyi kaplayan bütün motiflerde görebiliyorduk.
***
Kabre yaklaştığımızda karşımıza bir harita çıktı. Gürhan, Timur Devleti’nin hüküm sürdüğü coğrafyada yaşananları, bu harita üzerinden kısaca tasvir etti. Timur, Özbekler için sadece tarihte yaşamış bir şahsiyet değildi. Kahramanlıkları bugüne taşınarak Özbeklerin ulus devletlerinin inşasında da sembol olma rolünü devam ettirmekteydi.
***
Sabah ezanı okunmuştu.
***
Türbenin yaklaşık iki yüz metre ilerisinde bulunan Ruhabad Camii’ne yöneldik. Burada ilk olarak yapıdan bağımsız olarak inşa edilen, geometrik taş işlemelerinin kullanıldığı bir minare karşıladı bizi. Caminin namaz kılınabilen dış kısmında mermer kaideler üzerine oturtulmuş bölgeye has, işlemeli ahşap sütunlar bulunmaktaydı. Kırmızı, yeşil, mavi ve sarı renklerle çizilen çeşitli motifler, ahşap tavanı süslemekte ve bu mimari detaylar caminin içerisinde de devam etmekteydi.
***
Çıkışta caminin yanında yer alan Şeyh Burhaneddin Türbesi’ni (Ruhabad Türbesi) Tacik türbedarının rehberliğinde ziyaret ettik. Sade bir mimariye sahip olan bu türbe, bölge insanı için önemli bir ziyaretgâhtı.
***
Güneş doğmuştu.
***
Semerkant, gecenin esrarlı örtüsünü üzerinden atmıştı. Biz ise uykulu gözlerimizle artık ayrıntılara dikkat edemeyecek bir halde, bitap… otelimizin yolunu tutmuştuk.
***
Yürüdük…
***
Açılmamış mağazaların, devlet dairelerinin, lokantaların önlerinden kilometrelerce yürüdük…
#semerkant #timur #registan #ulugbey #turbe #cami #ezan

Yorumunuzu Ekleyin

Adı-Soyad
E-Posta
Yorum
İşlemin Sonucu
  • Yorumlar T.C. Yasalarına aykırı olamaz.
  • Hakaret içeren yorumlar, yayınlanmasa bile yasal mercilere iletilebilir
  • KVKK Kapsamında, bilgileriniz, yasal merciler hariç kimseyle paylaşılmaz.
  • Formda doldurduğunuz bilgiler ve IP adresiniz sisteme kaydedilir.
  • Yorumunuz onaylanıp yayınlandığında, sadece yorum, isim ve yorum tarih saati gösterilir.

GENEL BİLGİLER

Taraklı

Taraklı

Taraklı Nerede, Taraklı'nın tarihi ve coğrafi özellikleri
Taraklı Otobüs Saatleri

Taraklı Otobüs Saatleri

Ağustos 2023 Güncel Taraklı - Sakarya Otobüs Kalkış Saatleri, Taraklı Otobüs Saatler 2021, Taraklı Otobüs Tarifesi, Taraklı Sakarya ilk otobüs ne zaman? Taraklı - Sakarya Son Otobüs Ne zaman? Sakarya Taraklı İlk Otobüs Ne Zaman, Sakarya Taraklı Otobüs Saatleri, Taraklı Koop Otobüs Saatleri
Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'da Gezilecek Yerler

Taraklı'ya geldiğinizde gezilecek yerler neresidir? Taraklı'nın en popüler gezilecek yerleri yazımızda.
Taraklı Termal Turizmi

Taraklı Termal Turizmi

Taraklı'da termal turizmi, Türkiye'deki belli başlı noktalardan biri haline gelmiştir.